Mercimek çorbası

Mercimek çorbası
 

Öğretmen olmayan biri, sınıfta olmanın mutluluğunu bilemez. Sınıfta mavi, yeşil, kahverengi, siyah her renkte gözler üzerinizdedir. O gözler ki, masum, sevecen, çocuksu… Kabul, biraz da yaramazca bakar.

Sınıftayım. Konu kuvvetler, süre kırk dakika, amaç ise; Doğrultuları ve yönleri aynı olan kuvvetlerin, bileşke kuvvetlerinin değeri, doğrultusu ve yönünün kavranması. Plan defterime her şeyi yazmıştım.

Evde konu ile ilgili hazırlığımı yapmıştım.

Konuyu anlattım. Öğrencilerimin dikkati dağılmasın diye, elimden geleni yaptım. Arka sırada oturan zayıf, ufak tefek öğrencim Hasan’ın birkaç kez parmak kaldırdığını gördüğümde, elimle parmağını indirmesini işaret ettim.

 Hasan çalışkan bir öğrenci değildi. İlk iki yazılısı benim puan desteğimle ancak geçer bir not olmuştu. Hasan’ın parmak kaldırışlarını, konuyu anladığına yordum. Genelde çalışkan olmayan öğrenciler, bir konuyu anladığında sevinir, bunu öğretmene söylemek ister.

Hasan konuyu anladığına göre, diğer öğrencilerimin de anlamış olacağı sonucuna varmıştım. Çok mutluydum.

Teneffüs zili çaldı. Çantamı, plan defterimi aldım. Sınıftan çıkmak üzereyken, Hasan, “Öğretmenim”

Hasan yanıma geldi. “Öğretmenim” dedi “Bugün annem mercimek çorbası yapacak.”

“Hasan mercimek çorbasını çok mu seviyorsun?” diye sordum.

Başını olumlu anlamda salladı. “Öğretmenim on beş gündür bulgur pilavı yiyoruz. Dün bir komşumuz mercimek getirdi. Annem bu akşam pilavın yanına çorbamızın da olacağını söyledi.”

Ramazandı. Hasan oruçtu. On beş gün bulgur pilavı ile iftar yapmıştı. O akşam mercimek çorbası yiyecekti.

Ve ben… İyi öğretmen olmayı, konuyu iyi anlatmak sanıyordum. Bu nasıl büyük bir yanılgıydı. Öğrencisini tanımayan öğretmen, bırakın iyi öğretmen olmayı, öğretmen olabilir miydi?

Hasan, bana öğretmen olmanın ne demek olduğunu öğrettiğinin,  farkında bile olmadan, kocaman kara gözleriyle baktı “Öğretmenim bugün iftara bize gelin” dedi.

Hasan’ın yalnız gözleri kocaman değildi. Onun yüreği de kocamandı. O, on beş gün sonra içebileceği çorbayı paylaşmayı bilecek kadar insandı. Bana insan olmanın ön koşulunun paylaşmak olduğunu, öğretiyordu. Öğrettiğini bilmeden…

Gözlerime akın eden gözyaşlarını savuşturmam gerekiyordu. Ama nasıl?

 Benim Hasan’ın gözlerini, o gözlerden yüreğini görmem gerekiyordu. Gözler yalan söylemeyi bilmez, gözler yürekte ne varsa onu yansıtır. En azından bunu biliyordum.

Eğilip, Hasan’ın alnından öptüm.”Söz, bu akşam değil ama bir akşam iftara size geleceğim. Annenin yaptığı o güzel mercimek çorbasından içeceğim. Bunun için bana ev adresini vermelisin” dedim.

Hasan adeta uçarak yanımdan ayrıldı. Teneffüs bitmeden, ev adresinin yazılı olduğu kâğıdı getirdi.

O gün eve geldiğimde, yüreğimin ağırlığını bedenim taşıyamaz olmuştu. O ağırlıktan kurtulmalıydım. Plan defterimi çıkardım. O günün planının olduğu sayfayı açtım. Amaç, bölümünü defalarca okudum. Amaç eksikti, anlamsızdı. Elime kırmızı kalemi aldım. AMAÇ: Hasanları, Fatmaları tanımaktır. Amaç öğrenciyi tanımaktır, diye defalarca yazdım. Amacımın beynime, yüreğime yazmak, kaydetmek olduğunu biliyordum. Gün gelir, asıl amacımdan uzaklaşırsam kurumalıydı yüreğim…

İftar saati gelmişti. Yemek masası hazırdı. Çorba, etli yemek, zeytinyağlılar, börek, tatlı… Çay demlenmişti.

Ne büyük gaflet! Öğretmenliği konuyu anlatmak sanan ben, orucu da, akşama kadar aç, susuz kalmak sanıyordum.

Ezanla birlikte bir yudum su içtim. Ardından kaşığımı çorba kâsesine daldırdım. Bir kaşık çorba içtim.  Çorba, tatsız, tuzsuzdu. Canım mercimek çorbası istiyordu. Canım, Hasan’ın o çorbayı içerken duyacağı mutluluktan istiyordu.

Ben daha niye, masada oturmuş, tatsız, tuzsuz yemeklere bakıyordum ki! Hasan’ın ev adresi vardı.

Yemekleri tenceresiyle poşete yerleştirdim. Bir taksi çağırdım. Taksi şoförüne adresi verdim ama önce bir markete uğrayalım, dedim.

Hasan’ın evindeydim. Hasan’ın davetlisiyim, O yer sofrasında benim gibi en az on kişiyi ağırlayabilirler. Mercimek çorbası çok lezzetli, tarifini almalıydım. Çorbanın lezzeti yapılışından mı, yoksa yüreklerinin cömertliğinden mi? Bilmiyordum. Yalan söylüyorum, biliyordum…

Kuvvetlerin doğrultu ve yönlerinin ne olacağını öğrenmeden önce, insanın doğrultusunun, insanlığın gittiği yönü, insanlığa çevirmemiz gerekiyordu. Öğrendim.

(Bir öğretmen, sınıfındaki çocuk sayısı kadar aynı sayıda farklı yapıda bakış açısı oluşturamazsa, gerçek anlamda öğretmen olamaz).

DİL-İ BİÇARE

ANLAT DİL-İ BİÇARE'DEN, 
SUN DA İÇSİN YAR ELİNDEN
YANİ HEP BİLİNEN,
ŞEYLERDEN OLSUN
SEN SÖYLE DEDE'NİN
"ZÜLFÜNDEDİR BAHT-I SİYAHIM" BESTESİNİ

MEVLANA'DAN

Hergün bir yerden göçmek, ne iyi,
Hergün bir yere konmak, ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş,
Dünle beraber gitti. Cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi Yeni şeyler söylemek lazım...

NOKTA-I ESRAR

Kur’an’a İncil’e Zebur’a Tevrat’a
İman eden etmiş vahdet-i zata
Biri nefye memur biri ispata
“Lâ, illâ” da, “illâ, lâ” da olamaz
Seyrani