Kuyruk Acısı

 Birdenbire zengin oluveren Feyzullah Efendi oğlunu çağırdı: “Bana bak Murat” dedi. “Bize artık hac farz oldu. Allah kısmet ederse yarın değil öbür gün yola çıkıyorum.”

Babasının dillerde dolaşan esrarlı serveti hakkında hiçbir şey bilmeyen Murat’ın şiddetli bir tecessüs arzusu içini kemiriyordu.

Beş altı sene evvel fakir bir adam olan Feyzullah birdenbire zengin oluvermişti. Bu servetin nereden geldiğini kimse bilmiyordu. Vaktiyle ekmeğine güç katık bulabilen bu adamın sofrasında misafirler ağırlanmaya başlamıştı. Konakta sık sık ziyafetler veriliyor, eğlenceler tertip ediliyordu. Efendi arabasız yere basmıyordu.

Fakir fukaraya bol bol ihsan dağıtıyordu. Birçokları onun için: “Define buldu!” diyorlardı. Hatta bahçedeki incir ağacının dibinden çıkan küpün içindeki Ceneviz altınlarının sayısını bile söylüyorlardı.

Murat, babasının kendine çok

mühim bir sır tevdi edeceğini hissediyordu. Baştan ayağa kulak kesildi.

Feyzullah Efendi: “Ben gittikten sonra evin idaresine sen bakacaksın!” dedi.

“Beni arattırma emi?”

“Olur baba!”

Feyzullah Efendi etrafı gözden geçirdikten sonra tekrar söze başladı.

“Sana bir sırrımı açacağım. Kimseye bir şey söylemeyeceğine yemin et!”

“Vallah billah söylemem!”

“Bak Murat, ağzından yanlışlıkla birşey kaçırırsan babalık hakkımı helal etmem!”

“Kaçırmam!”

“Ne söylersem yapacak mısın?”

“Yapacağım.”

“Vallah mı?”

“Vallah!”

“Eh öyleyse... Oğlum biliyorsun ki, ben eskiden zengin değildim, çok fakirdim. Bir gün, bir tılsım keşfettim. Onun sayesinde zengin oldum. Bahçede bir incir ağacı yok mu?”

 “Var.”

“Onun dibinde büyücek bir delik var ya...”

“Evet”

“Her sabah daha güneş doğmadan o deliğin önüne bir çanak süt bırakırım. Sonra üç defa:

“Şahmaran... Şahmaran...” diye seslenirim. “O delikten bir yılan çıkar. Kasenin içindeki sütü içer, ağzından çanağa bir “beşi bir yerde” bırakıp gider. İşte bizim servetimizin sırrı budur. Velinimetimiz o yılandır. Sen de benim yaptığım gibi yaparsın... Her gün o deliğin ağzına bir çanak süt bırakır, Şahmaran’ı çağırırsın. Yılan sütünü içtikten sonra köşeye bıraktığı “beşi bir yerde”yi  alıp harcarsın. Tekrar ediyorum, sakın kimseye bir şey çıtlatayım deme, tılsım bozulur. Babalık hakkımı helal etmem.”

“Söylemem baba!”

Feyzullah Efendi iki gün sonra hac yolculuğuna çıktı. Oğlu Murat, babasının tembih ettiği gibi her sabah incir ağacının dibindeki deliğin başına bir kase süt bırakıyor, bir “beşi bir yerde” alıyordu. Bol paraya kavuşunca delikanlının hırsı arttı. Yılanın büyük bir hazineye sahip olduğunu düşünüyordu. Her gün bu hazineden bir “beşi bir yerde” beklemek ona işkence gibi geliyordu için için:

“Ah, şu paraların hepsini birden ele geçirsem!” diye sabırsızlanıyordu. Bir gün müthiş bir plan hazırladı. Her günkü gibi sütü deliğin kenarına bırakacak, yılan yuvasına girerken ansızın hücum edip, balta ile öldürecekti. Bu su retle Şahmaran’ın bütün hazinesini ele geçireceğini umuyordu.

Dediğini yaptı, fakat korku ve telaşla baltayı yılanın başına vuracağına kuyruğuna vurdu. Kuyruğu kopan yılan hışımla Murat’ın üstüne atıldı. Bir anda onu öldürdükten sonra kaybolup gitti. O gün bahçede Murat’ı ölü bulanlar yalnız bir yılan tarafından öldürüldüğünü anladılar. Başka bir şey öğrenemediler.

Altı ay sonra Feyzullah Efendi Hac’dan dönünce bu kara haberi aldı.

“Murat’ı bahçede yılan soktu, öldürdü. Oğlun yılanı haklayacakmış ama ne çare. Balta kuyruğuna gelmiş!” dediler. Feyzullah Efendi, bütün meseleyi anlamıştı. Evlat acısıyla bir müddet sızlandıktan sonra başını ellerinin arasına alıp düşünmeye başladı. Bir taraftan oğlunu, bir taraftan da servetini kaybetmişti. Pek az zaman sonra elde avuçtakiler bitecek, eski fakirlik ve sefalet günleri baş gösterecekti. Yılanla barışmaya  karar verdi. Ertesi sabah her vakitteki gibi eline bir çanak süt aldı, bahçeye indi. Çanağı deliğin kenarına bırakıp seslendi:

“Şahmaran! Şahmaran!”  Tekrar seslendi:

“Şahmaran! Şahmaran!”

Delikten bir hışıltı duyuldu. Biraz sonra kuyruğu kesik yılan meydana çıktı:

“Ne istiyorsun Feyzullah Efendi?”

“Olan oldu, geçen geçti, sen de geçmişi unut, ben de unutayım. Ben sana her zamanki gibi hizmet edeyim, sen de bana parayı bırak. Gene eskisi gibi dost olalım!”

Şahmaran kesik kuyruğunu sallayarak cevap verdi:

“Olamaz, Feyzullah Efendi, olamaz!”

“Niye olmasın?”

“Sen de o evlat acısı, ben de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız, Allahaısmarladık!” dedi ve deliğin içine süzülerek gözden kayboldu.•

 Not: Türkçe’de “Kuyruk Acısı” tabirinin esası işte budur. Bu hikayeyi, bilmeyenler için yazıyorum, bilenler onu kendi hayatlarına tatbik etmekte tereddüt etmesinler, emin olsunlar ki hiçbir zaman    yanılmazlar. (Orhan Seyfi)

Orhan Seyfi Orhon - Aydede Dergisi

Bütün Dünya-Bizbize Mart 2002

DİL-İ BİÇARE

ANLAT DİL-İ BİÇARE'DEN, 
SUN DA İÇSİN YAR ELİNDEN
YANİ HEP BİLİNEN,
ŞEYLERDEN OLSUN
SEN SÖYLE DEDE'NİN
"ZÜLFÜNDEDİR BAHT-I SİYAHIM" BESTESİNİ

MEVLANA'DAN

Hergün bir yerden göçmek, ne iyi,
Hergün bir yere konmak, ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş,
Dünle beraber gitti. Cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi Yeni şeyler söylemek lazım...

NOKTA-I ESRAR

Kur’an’a İncil’e Zebur’a Tevrat’a
İman eden etmiş vahdet-i zata
Biri nefye memur biri ispata
“Lâ, illâ” da, “illâ, lâ” da olamaz
Seyrani