Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek

Kitabın adı :          Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek

Yazarı        :           İlber Ortaylı

Yayın evi    :           Timaş Yayınları

“Ama Türkiye'de Bizans'tan söz edilince tüyleri ürperip Osmanlı'dan söz edilince memnun olanlar da var; Osmanlı'dan söz edilince tüyleri ürperip Cumhuriyet'ten söz edilince memnun olanlar da...” (İlber Ortaylı)

Gerçek şu ki bizler Osmanlı İmparatorluğu’nu; kuruluş efsanesi, İstanbul’un fethi, IInci Abdülhamid tartışmaları ve 20nci yüzyıl yıkılış dönemi dışında bilmiyoruz… Hatta 1999’da 700ncü kuruluş yıldönümü kutlanan Osmanlı’nın kurulma tarihinin 1299 olduğu bile tartışmalı. Biz ise hainler /kahramanlar, yengiler / yenilgiler ekseninde araştırmasız, incelemesiz, sorgulamasız öyle bir tarih kurgulamışız ki kendimize; “Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri yenilince biz de yenilmiş sayıldık” saçmalığından ve Prut Savaşındaki Baltacı’nın kahramanlıklarından (!) ötesine gidemiyoruz.

Profesör Doktor İlber Ortaylı biraz bu yüzden, biraz Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunun 700ncü yıldönümündeki “ilgi”den hareketle, yaptığı kimi konuşmalardan ve verdiği demeçlerden bir derleme kitap hazırlamış.

Baştan söylemeliyim: Eğer bu kitapla “bilmeme / bilememe” derdinize derman bulacağınızı düşünürseniz, yanılırsınız. Çünkü bu kitap o kodları veren bir kitap değil. Pop çağı ateşinin her tarafı yakıp kavurduğu günümüzde –kaçınılmaz olarak- bir pop figür haline dönüş(türül) müş olan Osmanlı’ya dair hikayat. Pop (corn) formunda; kısa, tüketilebilir, bir-iki ay sonra unutulmasında hiçbir sakınca olmayan konular, yazılar. Kolay okunur kitaplar sınıfında olduğu satış listelerindeki yerinden de belli zaten.

Ama yine de kitabı o kadar rahat okumadım. Çünkü kitabı okurken Ortaylı’nın günümüzde hala eleştirilen kimi konularda Osmanlı’yı savunup, beraat ettirmeye çalıştığı kanısına kapıldım. Örneğin devşirme sistemi için yaptığı açıklamalar. Örneğin Osmanlı Sarayları adlı başlıkta yaptığı açıklamalar. Yazının bir yerinde bu sarayların –Avrupa ülkelerindeki saraylara göre- mütevazı olduğunu dahi belirtmiş…

Sizi bilmem ama ben “mütevazı” Topkapı Sarayı’na ya da bir başkasına gittiğimde Anadolu’nun nasıl yoksul bıraktırıldığını görüyorum. Ya da nasıl cahil kaldığını… Onbinlerce insanı katleden Kuyucu Murat Paşa’yı, “ Devleti Aliyye’nin bekası” için kardeş katlini mazur gören ve bu katli yasa haline getiren nizamnameleri... Ülkeye iki yüz yetmiş dokuz yıl sonra giren matbaayı, Cezayir’e sürülen Hezarfen’i, 368 yıl içinde sadrazamlık yapan 218 kişiden 44’ünün idam edilmesini…

Elbette sıradan bir okurum ben, tarihçi değilim. Osmanlı’dan nefret de etmiyorum. Ama küçük bir boğaz turu bile o şaşaalı, Ortaylı’nın kitapta çokça kullandığı tabiriyle “mutantan” zamanları anlamaya yeterli... Hâlbuki boğazı yalıların, köşklerin süslemeye başladığı, Göksular’da eğlencelerin düzenlendiği o devirde; yüzlerce yıldır tebaa olmuş, efendileri unvanlar alsın diye habire asker vermiş, dönmeyen askerler üzerine yaktığı türküler ciltleri bulan bir halk Anadolu’da yaşamaktadır, eğer yaşamaksa bu… Harem kuralları çok iyi işlese de, devşirme sistemi çok sağlam kurallarla yürütülse de; işte bu savaşlarda, salgın hastalıklarda, o da olmadı devlet fermanıyla kırılan / kırdırılan halk yüzünden, “yeniden keşfettiğimiz” Osmanlı, benim gözümde beraat etmemektedir.

Çünkü Ortaylı’nın ısrarla belirttiği –ve kendisine yüzde yüz katıldığım – gibi tarihin üçüncü ve son Roma İmparatorluğu olan Osmanlı; tarih sahnesinde bunun hakkını verememiş, özellikle 17 yy.dan itibaren beceriksizliğin yönetim üslubu haline gelmesiyle başlayan sarsıntı büyük depremleri doğurmuş ve sonucu yıkım olmuştur... Oysa meşhur övünme hikâyesidir, bilirsiniz: Avrupa’ya tuvalet kültürünü Osmanlı’nın soktuğunu söylerler. Gerçek olabilir, “tüy dikmek” deyimi tuvaletsiz Fransa konaklarının balo salonlarından çıkmadır. Ama geçen zamanın ardında kalmakta çok mahir olan bizler için (örneğin 60’larda Almanya’ya çalışmaya giden işçiler için) klozetli, alafranga tipi (Frenk usulü!) tuvaletleri kullanmak için özel, resimli broşürler hazırlayanlar da bu tüy dikenlerin torunlarından başkası değil ki! Tarih sahnesinde roller değişmiş; geriden gelen (?) hızla yoluna devam ederken, evvelden önde olan (?) mehteran adımlarıyla devam ettiği yolculukta epey gerilerde kalmış.

Biz geri kaladuralım o esnada ülkeyi yöneten hükümdarlar Dolmabahçe Sarayı’nda deniz manzaralı, altın musluklu banyolar kullanmaktadırlar. Bilmem, bilir misiniz?

Konumuza dönelim. İlber Ortaylı’nın kitabı temel bazı konularda çok ayrıntıya inmeyen, ama küçük ipuçlarını da esirgemeyen bir kitap. Kendisinin çok engin tarih bilgisini, konulara hâkimiyetini biliyoruz. İşte kitap, bu bilgilerin küçük kısımlarını paylaştığı kimi konuşma ve demeçlerinden derlenmiş. Kitap içindeki tekrarların sebebi de bu sanıyorum. Aslında her biri ayrı kitaplar olabilecek konular bunlar. Osmanlı devlet yönetiminin unsurları olan padişahlar, paşalar, Enderun, Harem, Devşirme Sistemi, Divan birer ikişer sayfa anlatılırken; sosyal hayatın (Saray ve İstanbul hayatı elbette) kimi öğelerinden de (aile gibi, mutfak kültürü gibi) örnekler veriliyor. Ayrıca semtlerden – ulema semtlerinden- de bahseden; pek değinilmeyen bu konuya değinen bir yazı da var.

Kitap çeşitli konuşmalardan aktarıldığı için orijinali bozulmamış ve konuşma dilinde yazılmış. Deşifre edilen konuşmaların biçiminin değiştirildiğini (ya da düzeltildiğini) sanmıyorum. Rahat okunurluğu da buradan geliyor. Televizyonlardan programlarından tanıdığımız, ekşi sözlükte öğrencilerinin methiyeler düzdüğü bu donanımlı bilim insanının

karşınıza oturmuş mırıl mırıl ve daldan dala atlayarak, sabun köpüğü kıvamında da olsa bir şeyler anlattığını hayal edebileceğiniz “kolay okunur” bir tarih kitabı. Alın hocayı karşınıza ve konuşturun. Ve ikna olmasanız da –benim gibi-, dinleyin…

YAZAR HAKKINDA

İlber Ortaylı; 1947 yılında doğdu. SBF (1969) ile DTCF Tarih Bölümü'nü bitirdi. Chicago Üniversitesi'nde master çalışmasını Prof. Halil İnalcık'la yaptı.'Tanzimat Sonrası Mahalli İdareler' ile doktor, 1979'da 'Osmanlı İmparatorluğu'nda Alman Nüfuzu' çalışmasıyla da doçent oldu.1983'te istifa etti. Viyana, Cambridge, Oxford ve Tunus üniversitelerinde misafir öğretim üyeliğiyle birlikte seminerler ve konferanslar verdi.Yerli ve yabancı bilimsel dergilerde Osmanlı tarihinin 16. ve 19. yüzyılı ve Rusya tarihiyle ilgili makaleler yayımladı. 1989-2002 yıllları arasında Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde İdare Tarihi Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapmış, 2002 yılında Galatasaray Üniversitesi'ne geçmiştir. 2005 yılından beri Topkapı Sarayı Müdürlüğü görevini de yürütmektedir.. Ortaylı, Uluslararası Osmanlı Etüdleri komiteleri yönetim kurulu üyesi ve Avrupa İranoloji Cemiyeti üyesidir.

Eserleri:

- Türkiye İdare Tarihi (TODAİE Yayınları)

- Osmanlı Kadısı (Turan Yayınevi)

- Osmanlı İmparatorluğu'nda Alman Nüfuzu (İletişim Yayınları)

- İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı (İletişim Yayınları)

- Gelenekten Geleceğe (Hil Yayınları)

- Studies on Ottoman Transformation (ISIS Yayınları)

- İstanbul'dan Sayfalar (İletişim Yayınları)

- Osmanlı İmparatorluğu'nda Yerel Yönetim (TODAİE Yayınları)

- Osmanlı Barışı

- Barış Köprüleri, Dünyaya açılan Türk okulları

- Osmanlı’yı yeniden kaşfetmek

 

(internetten alınmıştır)

DİL-İ BİÇARE

ANLAT DİL-İ BİÇARE'DEN, 
SUN DA İÇSİN YAR ELİNDEN
YANİ HEP BİLİNEN,
ŞEYLERDEN OLSUN
SEN SÖYLE DEDE'NİN
"ZÜLFÜNDEDİR BAHT-I SİYAHIM" BESTESİNİ

MEVLANA'DAN

Hergün bir yerden göçmek, ne iyi,
Hergün bir yere konmak, ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş,
Dünle beraber gitti. Cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi Yeni şeyler söylemek lazım...

NOKTA-I ESRAR

Kur’an’a İncil’e Zebur’a Tevrat’a
İman eden etmiş vahdet-i zata
Biri nefye memur biri ispata
“Lâ, illâ” da, “illâ, lâ” da olamaz
Seyrani