Kara Koyun

Sürüden ayrılma karakoyunum,
Sulağa sarılma karakoyunum,
Gördünse darılma karakoyunum,
Kanlım olma karakoyun dön geri!

Karakoyun da karakoyun. Kanlı canlı. Atik. Ama kindar. Çobana kin tutmuş bir kez. Derler ki, karakoyun gözünü çobanın kucağında açmış. Kuzuluğu çobanın kollarında geçmiş. Onun sevgisiyle şımarmış, onun azarlarıyla üzülmüş. Günlerden bir gün de, çobanı ağasının kızı Gülhanım ile öpüşürken görmüş. Kinlenmiş. Kin, o kin. Sürüp gelmiş. Gelmiş de çobanın ölüm kalım gününe, dayanmış.

Olay çok eski. Yozgat'lılar "Bizde geçti" Çukurovalılar "Bizde geçti" der. Nevşehir'in Akpınar'lıları da kendi yörelerinde geçtiğini söyler olayın. Önemli mi? Önemli olan olayın halkın diline dolanıp ilden ile, dilden dile dolaşıp günümüze dek gelmiş olması. Bir de şu var ki; bu türkü ötekilerden farklı olarak yalnızca kavalla çalınıp söyleniyor. Ağzı dili kaval oluyor bu türkünün. Biz diyelim Ahmet, siz deyin Mehmet. Adı önemli değil. Çoban kendisi. Günlerden bir gün, bir Türkmen obasına gelip iş istemiş. Oba Beyi durumuna bakmış, temiz yüzlü, dürüst bir insan: Yanına alıp sürüyü teslim etmiş.

Çoban da yakışıklı. Genç. Boypos yerinde. İşi gücü koyunlar. Sabahın erinde dağ yolunu tutuyor, akşamın geç vaktine kadar şu yamaç senin, bu yamaç benim dolaşıp duruyor. Koyunlarının sağlığıyla seviniyor, onların hastalığıyla üzülüyor. Bir koyunun tırnağına taş batsa, uykusu haram oluyor. Sabaha dek, kırk kere kalkıp bakıyor, kırk türlü ilaç sürüyor yaraya, iyi olana dek omuzunda getirip götürüyor koyunu. Avucunda ot yedirip, külahında su içiriyor. Ha! Bir de şu var, çok iyi kaval çalıyor çoban. Zaman zaman diğer çobanlarla düzenlenen yarışmalarda hep birinci oluyor. Kavalıyla yürütüyor koyunları, kavalıyla durduruyor.

Çoban bu! Kavalı da ortada. Bir de Oba Beyi'nin kızı var. Adına Gülhanım derler. Diğer çobanlar bir övgülüyor, bir övgülüyor ki Gülhanım'ı; çobanın içini bir ateş yakıyor. Daha tanımıyor oysa. Görmüşlüğü de yok. Şundan ki, kendisi çok erken alıyor koyunları ağıldan, çok geç dönüyor. El ayak çekilmiş oluyor o zamana dek. Ama, gün gün de büyüyor içinde Gülhanım. Günlerden bir gün, akşam karanlığı basmadan dönüyor obaya. Yanında diğer çobanlar da var. Ağır ağır sürüyü indiriyorlar ağıla.

Tam çeşmenin yanından geçerken bir fısıltı tutuyor çobanları. İşaretle Gülhanım'ı gösteriyorlar. Çoban başını çevirip bir bakıyor ki ne görsün. Ay parçası gibi bir kız. Kırmızı basma fistan. Uzuna yakın boy. Saçları da dizinde. Parlak ela gözler. Başında bir sıra altın dizili. Çoban ufaktan kavala sarılıyor Gülhanım'ı görünce. Bir başlıyor üflemeye ki, Gülhanım sesin geldiği yana başını çevirmeden geçemiyor. Gün o gün; saat o saat! İçinden bir şeyler kaynayıp akıyor ikisinin de. Diyeceksiniz biri ağanın kızı, biri çoban. Ama gönül ferman dinler mi? Göz görüp gönül sevmeye görsün bir kez.

Günler günleri, aylar ayları eskitiyor. Oba koşullarında görüşüp gönüllerini hoşediyorlar. En güzeli de çobanın akşam sürüyü ağıla getirmesi. Kavalıyla her demek istediğini iletiyor Gülhanım'a çoban. Artık öylesine tanıyor çobanın kavalını Gülhanım, çok uzaklardan bile kavalla dediklerini bir bir anlıyor. Diyelim, çoban sürüyü tepeden bayıra indiriyor, kavalına da üflüyor bir yandan. Elin diliyle dediklerini, o kavalıyla söylüyor. Aslında söyleyenden çok dinleyende keramet Dinleyen de öylesine alışmış ki kavalın sesine şıp diye anlıyor kavalın dilini.

Günler böyle geçip gidiyor. Hani çıkıp Oba Beyi'ne, "Böyleyken böyle. Gülhanım'ı Allah'ın emriyle bana ver" dese güler adam. "Ben ki koskoca Karakeçili Aşireti'nin beyiyim, kızımı çobana verecem. Güler elin adamı be!" demez mi? Der elbette. Devir eski devir. Değer ölçüleri böyle. Zenginin kızı zengine, çobanın kızı çobana. Yani ki, "Bu iki genç birbirine yakışıyor. Parası, malı mülkü de önemli" değil denmez. Çoban da bunlan bildiği için gidemez kızın babasına. Bir gün, beş gün derken günler geçip gider. Gizli gizli bakışırlar. O kadar!

Bir akşam üstü, çoban koyunları sağılımdan alıp gece yayılımına çıkarır. Yayılım yeri de çok uzak değildir köye. Bir yandan koyunları yayar, bir yandan veryansın eder kavala. Gülhanım da yatağının içinde bir o yana döner, bir bu yana. Çobanın kavalıyla anlattıklarını dinler. Derken ses kesiliverir birden. Gülhanım daha bir kulak kabartır. Daha dikkatli dinler. Iıh. Ses yok Herhalde uykuya daldı der, keser umudunu yatar yatağa. Ama kulağı yine kaval sesindedir.

Çoban derseniz, sürüyü otlağa yayıp yan gelmiştir bir kayanın dibine. Keyfince Gülhanım'a çalıp söylüyordur kavalıyla. Birden karabaş köpeğin havlaması hızlanır. Derken canhıraş sesi duyulur köpeğin. Sonra da hepten susar. Çoban fırlar yerinden. Kavalını bırakıp silaha sarılır. Ama firsat kalmaz. Dokuz kişi birden sarar çevresini. Elini kolunu bağlayıp koyarlar bir kenara. Sürüyü dehleyip götürmek isterler. Ama bir tek koyun yerinden kıpırdamaz. Meleyip bağırmaya başlarlar. Çoban dayanamaz "Benim koyunlar alışıktır. Kavalımla onlara yol vermezsem şurdan şuraya gitmezler. Kollarımı çözerseniz, kavalımla yola düşürürüm sürüyü" der. Elini çözerler. Kavalını verirler. Çoban başlar üflemeye. Başlar üflemeye ya, bir yandan koyunları kımıl kımıl kımıldatır; öte yandan durumu Gülhanım'a bildirir. Şöyle der kavalıyla çoban:

Dokuz atlı geldi sürüyü bastı,
Kıl bağı çok sıktı kolumu kesti,
Kara köpeciğim kanları kustu,
Sürünüz gidiyor ulaşın beyler.

Gülhanım fırlar yatağından birden. Kulak kabartır. Çobanın söylediklerini anlayıp babasına koşar. "Baba baba sürüyü uğrular bastı. Köpeği öldürüp çobanı bağladılar. Sürüyü önlerine katıp götürüyorlar. Acele önlerini çevirirseniz kurtarırsınız. Yoksa elinizi yuyun sürüden" der. Babası, oğullarını atlarına bindirip vurur özengiyi. Şura senin bura benim derken kavalın sesini duyarlar.

Yolun kuytu yerini seçip pusu kurarlar. Tam uğrular önlerinden geçerken üstlerine atlayıp ver ederler dayağı. Kimi sağa kimi sola kaçıp kaybolur uğruların. Sürüyü önlerine katıp obaya dönerler. "İyi, hoş. Ama bu işin içinde bir bit yeniği var" der babası. "Nasıl oldu da uğruların sürüyü bastığını, köpeği öldürdüğünü bildin." Gülhanım ilkin hık mık eder. Sonunda boynunu büküp, "Çoban, kavalıyla anlattı bana" der. "Kaval konuşur mu?" diye karşı çıkar babası. Gülhanım, "Bizim çobanın kavalını ben anlarım" der.

Babası işin içinde iş olduğunu sezinler. Çağırır çobanı yanına "Tez zamanda obayı terket. Sen kim oluyorsun ki benim kızıma göz koyuyorsun" diye küplere biner. Çobanın boynu eğik. Ne desin. Suspus olur. Çevreden olaya tanık olanlar, durumu obanın yaşlılarına iletir. Yaşlılar bir araya gelip duruma el koyarlar. "Dur" derler Oba Beyi'ne. "Böyle kaldırıp atamızsın bu adamı. Bir fırsat verelim ona. Oba törelerine uygun olarak sorgulayalım". Üç kişilik bir oba meclisi kurarlar. Bu meclis ne derse o olacak. Çağırırlar Oba Beyi'ni de, çobanı da. İlk, çoban anlatır. "Göz gördü gönül sevdi" der. "Gönül ferman dinlemiyor ki" der. Şunu der, bunu der. Sonunda "Gülhanım'ı gördüm vuruldum. O da bana vuruldu. Ben onu sevdim, o da beni sevdi. Bugüne dek yüreklenip, Tanrı buyruğuyla isteyemediysem, suç benim değil, kötü törelerin. Kusur ettiysem bağışlayın. Meclisiniz ne karar verirse boynum kıldan ince" der, saygılar meclisi çekilir.

Söz Oba Beyi'ne gelince; "Ben ki bu obanın beyiyim. Ağasıyım ünüm şanım yerinde. Gözüm nuru kızımı, dengimde birine vermek isterim" der. Daha başka şeyler de der ya, sonunda "Benim aklımın almadığı bir kaval meselesi var. Bu işin içindeki bit yeniği kafamı bozuyor. Nasıl oluyor da kavalıyla konuşabiliyor. Nasıl oluyor da kızım bunları anlıyor. Aklım almıyor. Bu danışıklı döğüş gibi geliyor bana. Beni rezil etmek için uydurdular bunu. Aslında hırsız da, sürünün çalınması da bir oyundu gibi geliyor bana. Ama yüce meclisiniz ne karar verirse razıyım" deyip noktalar sözlerini. Meclistekiler verir kafa kafaya. Doluya koyarlar almaz; boşa koyarlar dolmaz.

Sonunda şöyle bir karar verirler. Çoban, koyunlarına üç gün, üç gece tuz yalatacak. Sonra da suyu geçirecek. Suyu geçecek koyunlar ama, bir tek damla su içmeden. Eğer üç gün, üç gece yaladığı tuza rağmen koyunlar su içmeden çayı geçerse, kızla evlenecek çoban. Yok koyunlardan bir tanesi bile su içerse, çoban davayı kaybedecek. Obayı terkedecek. Çoban da Oba Beyi de karara "evet" demiş. Ve üç gün, üç gece koyunlara tuz yalatmışlar. Üç gün sonunda, ihtiyar meclisi, Oba Beyi ve çoban gelmişler çayın kenarına.

Bir yandan da koyun sürüsü koyverilmiş ağılından. Koyverilmiş ki aman aman. Yazın sıcağında güneş tepeden vurur. Üç gün üç gece de tuz yalamış ki koyunlar; yürekleri yanıyor. Bir damla suya hasret. Bir koşu yönelmişler çaya. Koyunlar çayırı bir yakasından gelir; çoban çayın öbür yakasında. Ve elinde kavalı çobanın. Elinde kavalı ki, tüm umudu kavalında.   Bir de, Karakoyun var sürünün içinde, elinde doğmuş çobanın. Karakoyun yaman koyun. Leb demeden leblebiyi anlıyor. Kaval sesine de bir alışkın ki Karakoyun eh! Ne demek istediğini anlar çobanın. Ve de nerde duyarsa duysun, tanır kendi çobanlarının kaval sesini. İşte, suyu içirmemek için bir kavalına, bir de Karakoyuna güveniyor çoban.   Ne zaman ki sürü yamaçtan görünmüş, elindeki kavalı ufaktan ufaktan ağzına götürmüş çoban. Başlamış üflemeye. Çoban üflüyor kavalını ve sürüdeki her bir koyuna ayrı ayrı yalvarıyor. Ne dediğini, neler söylediğini koyunlar bir bir anlıyor. Şöyle yalvarıyor çoban koyunlara:   

Koyun seni yedi yıldır güderim,
Sizi kor da nerelere giderim,
Gülhanım'ı yedi yıldır severim,
Bildin mi sevdiğimi Alakoyunum.

Ben sürümü yaydım yaydım getirdim,
Keyfi yetti, argacına yatırdım,
Bacın sağdı, ben südünü götürdüm,
Ablanı seveyim Ağcakoyunum.
 
Ak taşlara tuzunuzu ekerim,
Siz yedikçe, melül melül bakarım,
Ben aşkımla yüreğimi yakarım,
Gördün mü sevdiğimi Karakoyunum.
  
Çoban bunları dillendiriyor kavalıyla ya, koyunlar üç gündür tuz yalamış. Bir tek damla su içmeden, tam üç gün, üç gece tuz yalamış koyunlar. Yürekleri yanıyor. Bir de güneş var ki tepede; fırın gibi ortalık. Yürek yanığı bir yandan; güneş bir yandan. Çay da bir akıyor ki şırıl şırıl. Çoban yine Karakoyuna dil eder kavalını...

Karakoyun sana tuzlar yalattım,
Yalattım da ciğeciğim doğrattım,
İşte seni su başına ilettim,

İçme koyun içme haydi dön geri,
Sözümü tutmanın şimdi tam yeri.
 
Tanla gelir sarı çanın avazı,
Kimi allar giymiş, kimi kırmızı,
Dönüp kılsam ben bir sabah namazı,
  
İçme kayun içme haydi dön geri,
Sözümü tutmanın şimdi tam yeri.
 
Eğilip içenler onup yetmesin,
Yedip güden çoban gayri gütmesin,
Yaydığı yerlerde otlar bitmesin,

İçme koyun içme haydi dön geri,
Sözümü tutmanın şimdi tam yeri.
  
Koyunlar iniyor tepeden, ama ne iniş! Yürümüyor koşuyorlar; koşmuyor uçuyor koyunlar. Koyunların yüreği yanık. Çoban korkulu. Ver ediyor kavala. Bir bir adlarını sayıp, döngeri etmek istiyor koyunları.

Hangi çoban size kaval çalacak,
Taze çimen, mor sümbüller solacak,
Gülhanımın gönlü öksüz kalacak,
Kanlım olma Akkoyunum dön geri.

Ak koyunum koyunların beyidir,
Karakoyun yüreğimin yağıdır,
Yaylası da Üçkapılı Dağıdır,
Kanlım olma Alakoyun dön geri.
  
Sürü suya yaklaştıça yaklaşıyor. Girdiler girecekler. Karakoyun duruyor birden. Kulak veriyor kaval sesine. Biraz daha yalvarmalı, biraz daha umutlu çalmaya başlıyor çoban. Kaval kavallıktan çıkmıştır artık. Kaval, kaval değil doğa yaratığı bir dil olmuştur. Bir dil olmuştur ki, koyunların anladığı lisandan konuşur. Ağlar. Yalvarır. Umutlanır. Velhasıl, her bir duyguyu alır çobandan, götürür Karakoyun'un kulağına koyar.

En çok Karakoyuna güvenmektedir çoban. En çok da Karakoyun'dan korkmaktadır. Neden derseniz. Karakoyun kinci koyun. Yaman koyun Karakoyun. Sürü kendi başına gidiyor, Karakoyun kendi başına. Ayrılıyor sürüden, bir koşu varıp suya ulaşıyor. Uzatıyor kafasını suya. Uzatıyor ki içti içecek suyu. Çoban daha içten daha yalvarmalı üflüyor kavalını.
  
Sürüden ayrılma Karakoyunum,
Sulağa sarılma Karakoyunum,
Gördünse darılma Karakoyunum,
Kanlım olma Karakoyun dön geri.
  
Kuzunu taşıdım, bahar çağında,
Gezdirdim otlattım, Çiçekdağı'nda,
Kurutma gülümü gönül bağımda,
Kanlım olma Karakoyun dön geri.
  
Karakoyun meler. Zıplayıp çıkar çayın kıyısına. Ve fırlayıverir birden sürünün önüne. Öyle bir yay çizer ki, koyunların önünde, hızları kesilir. Yavaşlar dururlar birden. Sonra Karakoyun önde, sürü peşinde ağır ağır girerler suya. Girerler ki, bir tek koyun kafasını uzatmaz suya. Karakoyun tırnak tırnak atar suyu. Boz bulanık olur suyun yüzü.

Güneş bir yandan, üç gün üç gecelik tuz yalayış bir yandan. Susuzluk bir yandan. Dayanamaz koyunlar susuzluğa. Ama Karakoyun durur mu? Öyle çekip çevirir ki sürüyü, bir teki bile suya uzatmaz kafasını. Vurur geçerler suyu. Çobanda bir heyecan, bir telaş, bir sevinç. Hepsi karışır birbirine.

Oba Beyi şaşkın. İhtiyar meclisi hafiften sevinçli. Karakoyun sürünün başında. Çoban bu kez yalvarmayı bıralap bir minnetle dillendirir ki kavalı; neler der, neler demek ister onu kendisi, bir de kavalını anlayanlar bilir.

Böyleyken böyle. Çoban kazanır davayı. Gülhanım'a kavuşur. Ancak Oba Beyi kızıyla çobanı evlendirmeden önce sorar: "Doğruluğunu, yiğitliğini kanıtladın oğul. Ama, anlamadığım bir şey var. Karakoyun neden diğer koyunlardan aynldı ilkin. Kinli kinli suya girdi. Sonra sana bakıp da suyu içmekten vazgeçti". Çoban yeniden sarılır kavala, soruyu kavalıyla cevaplar.
  
Yıllar var ki koyunları güderim,
Akşam gelir, sabahları giderim,
Koyun gibi, aşkımı da güderim,
Bağışla suçumu beylerin beyi.
  
Eridim su gibi ama akmadım,
Ne çiçeğe, ne çimene bakmadım,
Geceleri ışık bile yakmadım,
Bağışla suçumu beylerin beyi.
  
Gülhanım aşkında bana adaştı,
Kapandı gözümüz, gönlümüz taştı,
Bir gündü dudağım biraz yaklaştı,
Bağışla suçumu beylerin beyi.
  
Sel oldu çağlattı Karakoyunum,
Yüreğim dağlattı Karakoyunum,
Bunları anlattı Karakoyunum,
Bağışla suçumu beylerin beyi
  
Der ve kavalı bir yana atıp, eline sarılır Oba Beyi'nin. Oba Beyi de kucaklar çobanı. Gülhanım derseniz, sevincinden uçuyor. Sonunda onlar da erer muradına.

 

DİL-İ BİÇARE

ANLAT DİL-İ BİÇARE'DEN, 
SUN DA İÇSİN YAR ELİNDEN
YANİ HEP BİLİNEN,
ŞEYLERDEN OLSUN
SEN SÖYLE DEDE'NİN
"ZÜLFÜNDEDİR BAHT-I SİYAHIM" BESTESİNİ

MEVLANA'DAN

Hergün bir yerden göçmek, ne iyi,
Hergün bir yere konmak, ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş,
Dünle beraber gitti. Cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi Yeni şeyler söylemek lazım...

NOKTA-I ESRAR

Kur’an’a İncil’e Zebur’a Tevrat’a
İman eden etmiş vahdet-i zata
Biri nefye memur biri ispata
“Lâ, illâ” da, “illâ, lâ” da olamaz
Seyrani