İşin şakası, 'bizimkiler'in haberi yok...

CENGİZ ÇANDAR 26 Eylül 2002 - Perşembe

Bu köşede dün yayınlanan 'Kader Soruları' başlıklı yazımın (aşağıda verilmeştir) 'canalıcı' noktalarından birinin, yine dün, Washington Post gazetesinde David Broder'in 'Muhafazakar radikalizm' başlıklı yazısında vurgulandığını gördüm.

Söz konusu yazı şöyle başlıyor: "Bush yönetimi tarafından geçen hafta açıklanan Amerika Birleşik Devletleri'nin temel savunma doktrini, herhalde yarım yüzyıl içindeki en dramatik ve sonuçları uzun zaman yayılacak gelişmedir – saldırının kuşatılarak önlenmesi yerine potansiyel tehditlerin önlenmesini geçirerek."

Yazar, Bush'un 'muhafazakarlık' terimine yüklediği anlamın 'statükonun korunması' anlamındaki geleneksel muhafazakarlık anlayışından ayrıldığını ve 'gayet cesur', 'risk alan' bir 'radikal' anlam değişikliğine işaret ettiğine dikkati çekiyor. Broder, önce 1 Haziran'da West Point askeri akademisinde, ardından geçen hafta yayınlanan resmi devlet belgesinde 'Amerikan dış ve ulusal güvelik politikasının temel bir revizyona uğradığını' belirtiyor.

Amerikan dış ve ulusal güvenlik politikasındaki 'temel' ve 'radikal' değişiklik, dün de altını çizdiğimiz 'ilk darbe doktrini' diye adlandırabileceğimiz 'first strike' doktrininin 'içeriği'nin değişmesiyle ilgili.

Amerika, Soğuk Savaş'lı yarım yüzyılda, yani 'iki kutuplu bir uluslararası sistem' veya bir başka deyimle 'termonükleer denge'ye dayalı 'uluslararası güçler dengesi'nde 'ilk darbe-first strike' doktrinini 'caydırıcı nükleer güce sahip olmak' ve 'ilk darbeyi alması halinde vereceği karşılığın etkisi' sayesinde 'caydırma'yı öngören bir doktrin olarak benimsemişti.

Bu 'doktrin'in gereği olarak, Amerika, 'konvansiyonel savaşlar'da da, 'güvenliğine ilişkin tehdit algılaması'ndan yola çıkarak, saldırıyı başlatan taraf hiç olmamış; saldırıya etkili ve güçlü biçimde karşı koyan taraf olmayı öngörmüştü. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve hatta Kore, Vietnam ve Körfez Savaşı bunun nasıl uygulandığının göstergeleridir.

Broder, şimdiki 'radikal değişikliği' şu satırlarla ifade ediyor:

"Şimdi, gerçek terörizm tehdidiyle meşru kılınan önleme (ilk darbe cç) doktrini, bu ayrımı yırtıp atıyor. Bunun yerine, tek süperdevlet olarak Amerika'nın potansiyel tehlikenin ölçüsüne hükmetme ve bu tehdidi ortadan kaldırmak için gerekli her eyleme geçme hakkını vurguluyor."

Bir başka Washington Post yazarı ise, Bush'un, çerçevesi ilk kez 1 Haziran West Point konuşmasında çizilen 'anti-terör önleme stratejisi'nin, artık daha da geliştirildiğini resmi bir siyasi-askeri doktrine dönüştüğünü bildiriyor.

'Durum'un ciddiyetine ilişkin anlatmak istediğimiz buydu ve bu, artık söz konusu olan bir Amerikan 'siyasi eğilimi' değil; bir 'doktrin' ve bu 'doktrin' kendisine 'laboratuvar' olarak Irak'ı ve daha geniş çerçevede Ortadoğu'yu seçmiş vaziyette.

Bu 'doktrin'in neye, ne kadar 'şamil' olduğunu hakkıyla anlamak için, 17 Eylül'de –geçen hafta Cuma günü- Başkanlık mührüyle yayınlanmış 'Amerika Birleşik Devletleri'nin Ulusal Güvenlik Stratejisi' adlı resmi belgeyi satır satır okumak gerekiyor. 'Yeni Amerikan doktrini' niteliğindeki resmi belge, dokuz bölümden oluşuyor ve 35 sayfa. Uluslararası ekonominin nasıl düzenleneceğinden, 'demokrasiler'in nasıl alt yapısının hazırlanacağına ve yaygınlaştırılacağına ilişkin bir dizi konuya temas edilmiş. Belgede, birçok ülkenin ismine de yer verilmiş. Bizde bazılarının hayretini ve belki de rahatsızlığını davet edecek biçimde, Türkiye'nin adı tek bir yerde bile geçmiyor. Buna karşılık, 21. Yüzyıl 'projeksiyonu' ile 'potansiyel büyük güçler' olarak Rusya, Çin ve Hindistan'ın isimleri zikrediliyor.

Ne olursa olsun, 'müellif'i 'resmi Amerika' olduğu için tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye'yi de yakından ilgilendiriyor. 'Doktrin', kendisine 'uygulama laboratuvarı' olarak öncelikle Irak'ı seçtiği ve Irak'a yönelik 'rejim değişikliği' amaçlı 'askeri kampanya' bugün itibarıyla 'kaçınılmaz' göründüğü için, Türkiye'yi 'öncelikle' ilgilendiriyor.

Türkiye'nin 400 yıl yönettiği Ortadoğu'da bu rolü, esas olarak, 'dış dinamikler'le Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortadan kalkmış ve bugünkü Ortadoğu, bundan 170 yıl önce biçimlenmişti. Yarınki Ortadoğu da, bugünlerden itibaren –yine esas olarak dış dinamiklerle- 'yeniden' biçimlenmeye başlanıyor. Türkiye'yi ilgilendiriyor olmalı.

Başka hiçbir neden olmasa bile, 'Yeni Amerikan güvenlik doktrini'ni tanımlayan 'resmi Amerikan belgesi'ni önce okumak; ama anlamak ve üzerinde enine boyuna tartışmak ve Türkiye'nin çıkarlarına ve geleceğine en uygun olacak bir tavrı geliştirmek şart.

Soru: İktidar adaylarının, başta Ak Parti ve CHP, iktidara talip siyasi partilerin bu 'belge'den haberleri var mı? Varsa, üzerinde ciddi bir çalışmaları var mı?

Sanmıyorum. O yüzden, irdelemeyi ve tartışmayı sürdüreceğiz. Sürdürmek zorundayız...

(Özür notu: Dünkü yazıda kimi ülkeler ve bölgelerin petrol rezervi rakamları milyon olarak verilmiş. Milyar olarak düzeltilmesi gerekiyor.)


CENGİZ ÇANDAR 25 Eylül 2002 - Çarşamba

KADER SORULARI

Bugünlerde Amerika'yı ve Amerikan basınını dikkatle izlemek, Türkiye'nin yakın geleceği açısından, 3 Kasım seçimlerine oranla daha 'ipucu' veren nitelikte. Sanki, Irak'a yönelik bir 'askeri harekat' açısından 'geri sayım' başladı.

Başkan George W. Bush, Kongre'ye harekat için 'yetki' talebinde bulunan bir tasarı sundu. Bu arada, Birleşmiş Milletler mekanizmaları da harekete geçirilmek isteniyor. Kongre'nin gelecek hafta karar vermesi bekleniyor. Bu arada BM Güvenlik Konseyi'nin İsrail'i Ramallah'ta Yasir Arafat'ın karargahı çevresindeki kuşatmayı kaldırmaya çağıran kararını Amerika'nın veto etmemesi ve 'çekimser' oy kullanması da, Irak'a yönelik bir BM kararı için Amerika'nın 'diplomatik manevrası' olarak niteleniyor.

Bu arada, Irak'ı hedef alan 'harekat planları' da Amerikan basınında yer buluyor. Başkan'ın 'müdahale kararı' almasından 45-60 gün sonra 'askerler'in harekatı uygulamaya başlayabilecekleri kestiriliyor. Buna göre, 5 Kasım'daki Amerikan Kongre seçimlerinin kısa bir süre sonrasında, yani Kasım'ın ikinci yarısı, Aralık ayının başı itibarıyla Irak'a 'askeri müdahale' gündeme gelebilir. Ocak veya Şubat 2003'e de sarkabilir ki, bundan önceki 'en erken Kasım 2002-en geç Ocak sonu, Şubat başı 2003' tahminleri doğrulanmış oluyor.

Hatta, tanklarla donanmış 1. Süvari Tümeni (süvariyi mekanize birlikler anlamında anlamak gerekiyor), 3. Piyade Tümeni ve 101. Hava İndirme Tümeni'ne bağlı birliklerin kullanılabileceği, amansız bir hava bombardımanına bu kara birliklerinin eşlik ederek, daha önceki Körfez Savaşı, ya da Kosova veya Afganistan'daki savaş tarzından daha farklı bir yöntem uygulanacağı da yazılıp çiziliyor.

Irak'a Amerikan askeri müdahalesi 'mukadder' mi görünüyor?

Öyle. Zira, bunun ardında 11 Eylül'den sonra geliştirilen ve son fırça darbeleri bir süre önce vurulan 'yeni Amerikan güvenlik doktrini' var. Dolayısıyla, Irak'a müdahale, herhangi bir Başkanlık kararından öteye, bir 'doktrin'in hayata geçirilmesini ifade edecek.

Bu yeni 'Amerikan güvenlik doktrini' son derece 'tehlikeli' bir doktrin. Zira, Soğuk Savaş'ın bitimiyle birlikte, tarihte Roma İmparatorluğu'ndan bu yana görülmemiş bir 'tek kutuplu uluslararası sistem'in oluşumuna dayanıyor ve 'süperkuvvet' konumundan daha da yükselerek 'hiperkuvvet' konumuna gelmiş olan Amerika Birleşik Devletleri'nin 'mutlak otoritesi'ni empoze etme amaçlarına dayalı olarak; 'belirgin olmayan tehditleri önleyici darbe' diye formüle edilen bir anlayışı yürürlüğe sokmayı öngörüyor.

İngilizcesi 'pre-emptive strike against uncertain threats'; 'belirgin olmayın tehditleri önleyici darbe'...

Tehlike de burada zaten. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra 'Wilson'cu idealizm'in ürünü olarak Milletler Cemiyeti, İkinci Dünya Savaşı ertesinde ise Birleşmiş Milletler sistemi olarak 'uluslararası işbirliği'ni öngören 'savaşların önüne geçme' amacı; şimdi 'hiperkuvvet' Amerika'nın bu 'mutlak gücü'nden beslenen farklı bir 'idealizm'le yer değiştireceğe benziyor.

'Uluslararası işbirliği'nin yerini 'tek yanlı Amerikan eylemciliği' yani 'unilateralizm' alacağa benziyor. Elbette, yeni Amerikan güvenlik doktrini, uygulamaya sokulurken, böylesine basit ve kaba bir yaklaşımdan meşruiyet aramıyor. Bu 'doktrin'in önde gelen 'teorisyen'i Paul Wolfowitz, 'uluslararası koalisyon oluşumu' anlamındaki 'multilateralizm'i 'ad hoc koalisyonlar' olarak formüle ediyor. Yani, amaca ve hedefe göre, koalisyon ortaklarının sürekli değişebileceği, kısa vadeli işbirliği modelleri. Irak'a ilişkin olarak hazırda İngiltere var. Fransa'nın ve hatta Rusya'nın da İngiltere'yi izlemesi mümkün. İtalya'nın da. Dahası, Umman, Katar, Kuveyt gibi Körfez Arap ülkelerini, 'potansiyel' olarak Ürdün ve Türkiye'yi de bir kenara kaydedin.

Özü itibarıyla Amerika'nın 'hiperkuvvet' konumunu perçinleyen 'unilateralist' yaklaşıma 'multilateralist' bir elbise geçiren bir model olduğu ölçüde tehlikeli.

Ancak, en 'tehlikeli' yanı, söz konusu 'doktrin'in 'önleyici darbe' hakkını, yani 'savaşa girme meşruiyeti'ni 'belirgin olmayan' tehditlere dayandırarak, tüm BM sistemini ve 'uluslararası hukuk'u kökten biçimde değiştirecek ögeler taşıması. 'Hukukun gücü' yerine 'gücün hukuku'nu 'uluslararası sistem'e ikame edecek bir gelişme olacak bu. 'Amerikan keyfiliği'nin bir tür kutsanması sayılabilir.

Yeni Amerikan güvenlik doktrinin ilk 'laboratuvarı'nın Irak olmasının getireceği son derece ilginç ve önemli sonuçlar söz konusu. Birçok gözlemci –kendimi de bunların arasına dahil edebilirim- Irak'a girişilecek askeri harekatın, Birinci Dünya Savaşı esnasında (Sykes-Picot gizli anlaşmalarından başlayarak) ve sonrasında Ortadoğu'nun 'dizaynı'nı değiştirmesi bekleniyor. Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan ya da oluşturulan Ortadoğu, 400 yıllık Osmanlı egemenliğinin sonunu getirmiş, onun sonunu ilan etmişti. Ortadoğu'nun post-Osmanlı dizaynı ise, 150 yıl sonra değişme ihtimali içeriyor. Yani, durum, bu ölçüde dramatik.

Amerikan 'hedefleri'nin, bölgede taşları yerinden oynatmak, 'küreselleşme çağı'nda 'değişime direnen' Ortadoğu'da 'demokrasinin önünü açmak' gibi sunulan 'idealist-misyoner' bir sosu mevcut. Ne var ki, söz konusu 'hedefler'in petrol ile ilgisi de kuruluyor. Irak, S.Arabistan'dan sonra dünyanın en zengin petrol rezervlerine sahip. Irak'ın petrol rezervleri, 144 milyar varil olarak hesaplanıyor. Tüm Hazar havzasının 15 milyar varil, Rusya'nın 49 milyar varil, Amerika, Kanada ve Avrupa'nın en önemli petrol ülkesi Norveç'in toplamının, 44 milyar varil rezervi bulunduğu gözönüne alınırsa ve 2020 yılı itibarıyla Amerika'nın enerji alanında yarı yarıya dışa bağımlı hale geleceği, 'Cheney raporu'nda ifadesini bulmuşken; Amerika'nın Irak'a yerleşebileceği ve uzun süre orada kalacağı tahminleri de yapılıyor.

Türkiye'nin içinde yer aldığı bölgede yepyeni bir tarih döneminin eşiğindeyiz. 3 Kasım'a giden yolda, gerek Türkiye'yi yönetmeye talip olanlar, gerekse yönetim imtiyazlarını seçimleri erteleterek uzatmak isteyenler, bu 'olgu'nun acaba ne kadar farkındalar?

'Yeni Amerikan güvenlik doktrini'ne AB soğuk bakarken; Türkiye, AB yolunu bir an önce açmaya gayret etmeli mi? Bu çerçevede, Kıbrıs sorununa ilişkin bir 'devrimci bakış açısı' edinmeli mi?

'Yeni Amerikan güvenlik doktrini' ile Türkiye'nin ulusal-stratejik çıkarlarının 'optimizasyonu' nasıl yapılmalı?

Bunlar ciddi sorular. Çocuklarımızın ve torunlarımızın ufkunu belirleyecek. Siyasiler bu soruları kendilerine soruyorlar mı? Siz, siyasilere soruyor musunuz?