Beyaz Zambaklar Ülkesinde - Grigory Petrov

Kitabın Adı : BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESINDE

Yazarın Adı : GRIGORY PETROV

 Petrov, 1868 yılında Petesburg’un Yamburg kasabasında dünyaya geldi. 5.sınıfı bitirdikten sonra ilahiyat okuluna devam etti. Daha o yaslarda küçük zihni şu fikirlerle dolmuştu.
“İnsanoğlu yeryüzünün en değerli varlığıdır. O yaradan Rabb’inin bas tacıdır. Dünyada var olan her şey insan içindir. Yeryüzünün zenginlikleri ve güzellikleri insan için yaratılmıştır. İlim, sanat, felsefe ve din hep insanin olgunlaşması için vardır. Bunların her biri insanlığa hizmet etmek için oluşmuştur. Eğer tüm bunlar yeryüzünde daha mutlu, daha aydınlık ve gerçekten cennet hayati sunmaya ve kurmaya hizmet etmeyeceklerse hiçbir önem ve değer taşımıyorlar demektir.”
 
Basta Rusya olmak üzere Bulgaristan’da da en çok okunan ünlü bir Rus yazardır. Yazarın 32 eseri de Bulgarcaya çevrilmiş ve her eseri 8-10 baskı yapmıştır. Onun amacı insanları cennete hazırlamak yerine, yeryüzünü bir cennete dönüştürmektir.  

Kitap Hakkında Ön Bilgi:

- Hayat yayınları – 1998 – İkinci baskı – shf:133

1- Tarihten ibret almak

2- Kahramanlar ve Millet

3- Suomi’nin Tarihi

4- Yükseliş Önderi Bir Aydın: Snelman

5- Eğitimci Memurlar

6- Halk Okulu: Kışla

7- Futbol

8- Anne – Baba Ve Çocuklar

9- Halk Üniversitesi

10- Reçel Kralı Jarvine’nin Yaptigi Konusma

11- Haydut Karokep

12- Jarvinen, Okunen Ve Gulbe Nasıl Kral Oldular

13- Köylüler, İsçiler Ve İmalatçılar

14- Kendini Halkın Sağlığına Adayan Doktor

 Kitabin ne maksatla yazıldığı: Bütün olumsuzluklara rağmen bir milletin uyanışının en güzel örneğini göstermek.

Kitabın metodu: İnsanları motive etme metodu kullanılmış. Önce olumsuzluklar göz önüne serilmiş sonra çareler önerilmiş ve millete hedef gösterilerek yönlendirilmiş, örnek olaylarla motive güçlendirilmiştir. Olaylar gerçekçi ve duygusal verilmiştir.

ÖZET

Tarihten İbret Almak

1920 yılında Moskova’da ki Devlet Tiyatrosunun duvarlarında birden bire büyük çatlaklar oluştuğu görülmüş. Mühendisler binayı incelemişler ve çatlakların nedenini bulmuşlar. Bu bina ashap temeller üstüne bina edilmiştir. İnşa edilirken zeminin sağlam olmamasından yere kalın kazıklar çakılmış fakat zamanla bu kazıkların çürümesiyle çatlaklıklar meydana gelmiş.

Mühendisler, tarihi binayı yıkmayı göze alamamışlar ve köşelerden başlayarak temeli açmışlar. Çürüyen kazıklar yerine kısım kısım sağlam granit taşlar yerleştirmişler ve temeli yenilemişler öyle ki, Devlet Tiyatrosu eski binası yeniden sağlam temellere kavuşmuş.

Devletin tarihi ve milletlerin yaşantısı da Moskova’da ki Devlet tiyatrosunun binasına benzer. Devlet düzeninin eski temelleri - halkı yönetmek için çıkarılan yasalar – o dönemler için ne kadar yeterli kabul edilmişse de, günümüzde bu temeller – eski yönetim yasaları – zaman aşımına uğrayarak bunalıma neden oluyor, yetersiz kalıyor.

Zaman geçtikçe nesiller sürekli değişiyor, yenileşiyor. Her nesil kendisiyle birlikte yeni kavramlar, söylemler, yeni ihtiyaçlar ve talepler geliştiriyor. Yeni nesillere artik eskimiş yasalar zorla uygulanamaz. Yeni nesiller için daha yeni, daha akilci, daha adil, daha sağlam temellere dayanan yönetim anlayışlarının yasa ve kuralların uygulanması zorunludur.

Eski Iran yıkıldı. Osmanlı devleti, eski Avusturya İmparatorluğu yıkıldı. Koca Rusya devleti bütün bu meseleleri ciddiyetle düşününüz, devletin temellerini yenilenmesini ve toplumun bundan sonra alacağı eğitimin yöntemini düşününüz  

Kahramanlar ve Millet

Bazı devletler çeşitli buhranlar geçirirler ya da bütünüyle mahvolurlar. Bazı milletler ise yaşantılarını bilgece bir güzellik içinde düzenlerler.

Devletlerin güç ve zaafı yalnızca devlet adamlarından kaynaklanmaz bütün bir milletten kaynaklanır. Bundandır ki “her millet, laik olduğu idareye ve devlet adamlarına sahip olur” denilmiştir.

Milletlerin tarihini kim oluşturur? Kahramanlar mı, yoksa halk ruhunun dirilerek yaygınlaşması sayesinde mi? İngiliz düşünür Carlyle, birinci görüsü savunmuş, ikinci görüsü ise Lev Tolstoy savunmuştur.  Carlyle’a göre millet cansız bir kil tabakasından ibarettir. Eğer ona bir sanatçının eli değmeyecekse, sonsuza dek şekilsiz ve hareketsiz kalacaktır. Milletlerin ve hatta tüm insanlığın tarihini oluşturanlar kahramanlardır der.  Tolstoy ise hayati ve olayların akışını belirleyen ve bunların özellik ve biçimini veren tek başına kişiler değil, halk kitlesinin kendisidir. Bir millete hareket gücü oluşup yürüyünce, kendiliğinden harekete geçmiş oluyor ve kendi hayat tarzını, ilgi ve duyarlılığını ifade eden bir kişiyi kendisine önder olarak seçiyor.  “Evet, büyük adam bir kahramandır, bir yıldırımdır. Ama halk kitlesi ne kil tablası, nede saman yığını değildir. O, yıldırımı meydana getiren milletin kendisidir. Ne zaman bulutlar kümesi elektrik oluşturursa yıldırımda kendiliğinden oluşur. Eğer bulutlar elektrik yüklü değilse hiçbir zaman şimsek veya yıldırım oluşmaz, yalnızca bulut nemi bir buhar halinde kalır.”  Milletlerde böyledir. Eğer bir millet büyüklük ve kahramanlık özelliklerini taşıyorsa ondan yıldırımlar doğar, kahramanlar çıkar. Eğer halk kitlesi nemli bir buhar yığınından ibaretse hiçbir güç ondan yıldırımlar çıkartmaz.”

Kahraman halkı heyecanlandırır ve alevlendirir. Ancak onu milletinden aldığı ateş ve heyecanla yakar.

Her millet iktidar mekanizmasının başına ya kudretli ya da önemsiz kişileri geçirir. Bunlardan birinin iş başına gelmesi milletin ahlaki seviyesi ve yaşantısına bağlıdır.

Suomi’nin Tarihi

Avrupa’nın en kuzeyinde bulunan Finlandiya’nın sert bir iklimi vardır. Havasi sisli ilkbaharda bile donlar devam eder. Ağustosta bile soğuklar başlar, arazisi kıraçtır. Çoğu yerler sarp kayalar geri kalanı bataklıktır. Ülkede maden namına hemen hemen hiçbir şey yok, tarım güçlükle yapılabilmektedir.

Fin’ler kendilerini “Suomi” derler. Ve bu bataklık arazisi anlamına gelmektedir. Öte yandan Finlandiya İsveç’e komsudur. 1811 yılına kadar Finler İsveç egemenliği altında bulunmuşlardır. O zaman Isveçli’ler Finlere karşı çok kötü davranmışlar ve bütün kamu memurları, hakimler, askerler, rahipler ve öğretmenler İsveçlilerden seçilirdi.

1808 yılında Rusya ile İsveç arasında çıkan savaşta Rusya Finlandiya’yı istila etmiş ve Finler iç yönetiminde bağımsız olmak kaydıyla Rusya’ya iltihakı kabul etmişlerdir. İçte bağımsızlık kazanan Finler kendilerine özgü kültür ve uygarlığı geliştirme fırsatına kavuşmuşlardır.

Yükselis Önderi Bir Aydin: Snelman

Cohan Wilhem Snelman 12 mayıs 1806 da Stockholm da dünyaya gelmiş ve 4 temmuz 1881 de vefat etmiştir. Snelman dönemini büyük bir bilim adamı, derin bir filozofu, ünlü bir siyasetçisiydi. Ancak en ünlü ünü onun Fin kültürünü oluşturan bir halk öğretmeni olmasındadır.

 Snelma ve arkadaşları, halk öğretmenleri sıfatıyla sürekli hizmet ederek bin bir bataklıklar ülkesini beyaz zambaklar ülkesine dönüştürmeyi başarmışlardır. Hayati boyunca şu gerçeği yurttaşlarına söylemiştir: “Finlandiya her zaman Rusya ve İsveç tarafından işgal edilme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Güçlü ve emperyalist komşularına karşı direnebilmesi için kültür ve Uygarlık yönünden onlardan yüksek olması gerekmektedir. Ancak bu şekilde tehlike bertaraf edilmiş olur.” Ve aydınlara da şöyle sesleniyordu:

-Aydın olmak demek, modaya uygun elbise, şapka ve kolalı gömlek giymek değildir. Aydın kesim halkın beyni konumundadır. Halkımız sizi iyi bir eğitim aldıktan sonra yüksek bir gelir elde edesiniz, geceleri eğlenesiniz diye diye sizi o konuma getirmemiştir. Böyle olanlar gerçek aydın olamazlar. Eğitim almış herkes milli ruhu, düşünceyi, iradeyi güçlendirmeye mecburdurlar.

 Snelman Finlandiya’yi bir uçtan bir uca dolaşarak halkı aydınlatmaya çalışıyordu. Zeki insanları görünce onlara sohbet ediyor, onlara kitaplar veriyor, adreslerini alıyor ve onlarla mutlaka mektuplaşıyordu.  Snelman milletin manevi susuzluğunu gidermek için her yerde milletin kana kana içebileceği taze pınarlar bulunmalıdır. Der ve bu çerçevede aydın, öğretmen, asker, doktor, memur, tüccar vb. kesimlerden bir eğitim ordusu oluşturdu.  

Egitimci Memurlar

Snelman memurlara şöyle sesleniyordu: İsveçliler, iyi, zeki, namuslu ve çalışkan insanlardır. İsveçlileri severim fakat ülkemizin İsveç egemenliğinden kurtulduğuna da memnun oluyorum. Ben halkımın İsveç devletinden değil İsveç memurlarından kurtuluşunu selamlarım.

 İsveçlilerin kendi yurtlarındaki memurları zeki, dürüst ve çalışkan insanlardır. Fakat bizim ülkemizdekiler tembel, zararlı, alkolik ve yozlaşmış kişilerdir. Torpille gelen bu memurlar çalışmak istemezler ve aslında isten de anlamazlar. Görevlerine karşı ilgisiz ve halka karşı da mağrurdurlar. Halk ağlıyor, inliyor, şikayet ediyor ve “madem devlet adamları vurgun peşinde biz neden fırsatları değerlendirmeyelim ki?” denilerek milli servet talan ediliyordu.  Şükürler olsun ki artik memurların durumu böyle değildir. Yavaş yavaş her devlet dairesine kendi memurlarımızı yerleştiriyoruz. Bu zamanın değerini biliniz, görev başında daha ilk günden başlayarak yeni usulleri uygulayınız. Artik halkta bilsin ki memurlar, halkın hizmetçileridirler. Elden geldiğince ileri kolaylaştırın, zorlaştırmayın.  Sonuçta halk şunu anlasın ki eğer bir iş sonuçlanmıyorsa bu sizin yapmak istemediğinizden değil yasal olarak yapılması mümkün olmadığındandır. Kanunsuzluğun en büyük öğreticisi memurlardır. İşte bunun için sizden rica ediyorum. Kanun adamı olan sizler, halkı kanunlara uyma konusunda eğitiniz ki halkta samimi adalet duygusu yer etsin.

Bu gün halk, kamu memurlarının varlığıyla gurur duymaktadır.

 Halk okulu: Kışla

İsveçliler döneminde askerlerin tümü Finlilerden oluşuyordu. Ancak başkomutanlık, genelkurmay ve komuta kurulu İsveçlilerin elinde bulunuyordu. Ancak Fin ordusu gittikçe millileşmeye başladı. Önceleri Fin ordusunun hali hiçte iç açıcı değildi. Ancak Snelman’in önderliğinde ki genç Fin aydınları orduya da gereken önemi gösterdiler. Özellikle ordudaki askerlerin talim ve eğitimleriyle ilgilenmeyi hedeflediler. Bunun sonucunda en gözde örgenciler orduya girmeyi başardılar. Snelman bu gençlere sunu telkin ediyordu:

 İnsanlığın yaratılışında var olan kin, intikam ve vahşet, azgın deniz dalgalarının alçak yerlere saldırması gibi insanlar arasında da başkalarının haklarına karşı saldırılar halinde sürüyor.  İnsan yığınlarından canlı kaleler oluşturur gibi ordularını güçlendiren, insanlar kendilerini savunurlarken, dünyamız kaçınılmaz bir şekilde kanlı taşkınlıklara sahne oluyor.

Askerlerini yurt savunmasında siper eden her ordu, kuskusuz değerlidir. Sınırlara yönelik hizmet eden ordunun arkasında milletin selameti, huzuru ve bağımsızlığı yatmaktadır. Bu şuurla yetişen subaylarında ifadeleri şu olmuştur:

Asker kışlada beslenen bir inek değildir. Benim küçük ve daha az tahsilli kardeşimdir. Subay, askerin yalnız kardeşi değildir, onun sadece ağabeyi değildir, ayni zamanda öğretmenidir. Onun eğitiminden sorumlu terbiyecisidir.

Ordu, fedakâr ve feragatkar bir dindarlar tarikatı gibidir. Her yönden pis olan kışla artik maddi ve manevi olarak tertemiz idi. Din adamı için, öğretmen için okulu neyse asker için de kışla o olmuş. Subaylar, askerlerin her türlü eğitimi ile ilgileniyorlar ve askerlikten sonrada ne yapacakları konusunda onları eğitiyorlardı. Gittiğiniz yerlerde yeni ordular kurunuz. Bu ordular huzurun ve barıkşın, uygarlık ve çalışma ordusu olsun. Bu şekilde yediden yetmişe hep birlikte ülkenin sağlıklı bir kalkınma ve uygarlığa kavuşması için teşkilatlar kuruyorlardı.

Futbol

Napolyon’un ardı arkası kesilmeyen savaşlarından artik bıkmış olan Avrupa ülkeleri Fransa’nın yenilmesinden çok memnun oldular. İngiltere’nin yenilgi bilmeyen kudretine hayran oldular. Ve tüm Avrupa İngilizleri taklit etmeye başladılar. Gençlik ise kendini İngiliz sporlarına ve daha da kötüsü futbola kaptırmıştı. Ve futbol adeta bir din olmuştu.

Fin gençleri içinde futbol en ciddi, hatta dinsel bir uğraş halini almıştı.

 Snelman ve arkadaşları, gençlerde zeka dolu beyinlerin yerine güçlü manda ayaklarının oluşmasına razı olmadılar. Ve ünlü bir futbol kulübünün kurulusunun onuncu yıldönümü kutlamalarında Snelman futbolculara söyle seslendi:

Fin gençliğinin sporla uğraştığını görerek seviniyorum. Fakat hiçbir şeyde aşırıya kaçmamalıdır! Hiçbir şey tek taraflı olmamalıdır. Her şeyde orta yolu gözetmelidir. Her şeyi zamanında ve yerinde yapmalıdır. Bacakları öküz ayakları gibi güçlü, ama beyinleri koyun beyni gibi zayıf insanlar bizim idealimiz değildir.

Şu kuralı aklınızdan çıkarmayınız:

“Sağlam ruh, sağlam vücutta bulunur.”

Ey Fin Gençleri!

Sizin vazifeniz şutla topu yükseklere fırlatmak değil, Fin milletinin haysiyet ve şerefini yükseltmektir.

Anne-Baba ve çocuklar

“Yeni nesillere akilci bir terbiye verme meselesi” Snelman ve arkadaşları Finlandiya’yi uyandırmak için bütün ümitlerini buna bağlamışlardı. Gençlik meselesi Snelman’in en sevdiği bir konu ve ayni zamanda kendisinin en hassas ve ızdirab duyduğu meseleydi.

Anne-babalar çocuklarıyla hiç ilgilenmezler. Ara sıra onlara şekerleme ve oyuncak almaktan öteye bir iş yapmazlar. Bu durum karsısında çocuğun akli, fikri, ruhu işlenmemiş bir tarla gibi kalır. Buraya yararlı hiçbir şey ekilmiş olmaz. Anne-babalar çocuklara “yalan söyleme, yaramazlık yapma,bu hareket kötüdür, nefret uyandırır, günahtır,” gibi nasihatlerde bulunurlar, ama nasihatleri veren kişiler birbirlerini aldatırlar. Onların yanında öyle davranınız ki sizin meziyetlerinizi bizzat görerek sizi sevmeye başlasınlar.

Ne ekerseniz, onu biçersiniz! Ne pişirirseniz onu yersiniz!

Eğer gençliğin ruhunu tarım yapılmayan bir tarla gibi kendi haline bırakırsanız, orada ısırgan otlari ve dikenler yetişir.

Snelman ve arkadaşlarının gayretleriyle bir çok şehirde aile kurumları oluşturarak çocuk eğitimindeki bilgiler irdeleniyordu. Eğitim işi böylece ciddiye alındıktan sonra sorunlar bir bir çözüme kavuşmuş oluyordu.

Bu gayretler sayesinde Fin ailesi gaflet uykusundan uyanmış ve büyük bir hızla ilerleme ve yükselmeye başlamıştır.

 Halk Üniversitesi

Genç Fin aydınları, Snelman’in çevresinde toplanmışlardı. Sbelman gurubunu, Helsingfors üniversitesinin genç profesörleri, en uç köylerdeki öğretmenler, oldukça aydın tüccarlar, fabrikatörler, özel sektörde hizmet veren doktorlar, memurlar ve avukatlar oluşturuyordu. Ve bunlar her konuda halka sohbet düzenliyorlardı.

 Bu ise kendini adamış hatipleri ve öğretmenleri seçerek ülkenin her tarafına gönderiyorlardı. Böylelikle özel bir Halk Üniversitesi kurulmuş ve bu üniversitenin profesörleri de iyi birer konuşmacı olan gezgin gençlerdi.

Reçel Krali Jarvinen’in Yaptığı Konuşma

Kuopio şehrinde milli bir bayram düzenlenmişti. Tören sonunda ülkede “reçel Kralı” diye tanınan Jarvinen söz olarak bir konuşma yaptı.

 Ben bir zamanlar yoksul ve sıradan bir satıcıydım. Büyük tüccarlar bana güvenirler ve dilediğim kadar, şekerleme, kurabiye ve kuruyemiş verirlerdi ve bana yardım edeceklerini vaat ediyorlardı. Sürekli sıkıntıyla düşünerek kendi kendime “dükkan küçük, müşteriler sinirli, kar az. Bütün bir hayat böyle azlıklar için demi geçecek?” diyordum.

Sizler pekâlâ iyi bilirsiniz ki, her simitçi çocuktan reçel kralı olmaz. Bunu kendimi övmek için söylemiyorum. Sizlerin huzurunuzda, benim şahsımda genç, güçlü ve sağlam olan Fin milletinin şahsiyeti bulunmaktadır. Fin milleti arasında reçel kralı nadirdir; ama bu milletin arasında benim gibi Jarvinen’ler yok değildir.

 Haydut Karokep

Jarvinen konuşmasının bu yerinde haydut Karokep’in hayatını hatırlattı.

Hatırlayınız; Karokep, bir hırsız ve hayduttu. Bankaları, iş yerleri ve kiliseleri soyardı. Gereksiz yere cinayetler işliyordu. Tutuklandı ve akıl hastanesine gönderildi. Fakat oradan kaçtı ve izini kaybettirdi.

Efendiler Karokep yasiyor! Geçen yıl İtalya’da kendisiyle görüştüm. Yanında da yakışıklı üç oğlu vardı. Üçü de Avrupa’nın üç ayrı üniversitesinde eğitim görüyorlarmış.

Karokep, Güney Amerika ülkelerinden birinde ticaret yapmış ve buğday kralı olmuştu.

 Karokep önceleri fakirdi ve bir tüccarın yanında çalışıyordu. Zeki namuslu ve çalışkan bir çocuktu. Fakat bir gün işyerinde efendisinin köylülere kantarlarla hileli mal verdiğini görür. Bunun üzerine efendisinin parasını köylülere dağıtır ve efendisini de hapse attırır. Hapisten kaçma fırsatı bulan Karokep insanlardan ve tanrı’dan öç alma yoluna giderek hırsızlıklara ve cinayetlere başlamış. İki yıl içinde birkaç banka ve on kadar kilise soymuş, üç papaz cinayete kurban gitmiş. Daha sonra yaraladığı papazin yanına gitmis ve papazin telkinleriyle yaptıklarından pişmanlık duyarak hayatına yön vermiş.  Jarvinen, Okunen ve Gulbe Nasıl Kral Oldular

Daha önce söylemiştim. Küçük dükkanımda kurabiye ve şekerleme satıyordum. Bu sırada ünlü bilim adamlarımızdan biri bir konferans verdi. Ben bu konumu bu konferansa borçluyum. Söyle diyordu konuşmacı:

 Robenson’un hikayesini okumuş veya duymuşsunuzdur. Fırtına gemiyi parçalıyor. Bütün yolcular boğulmuş... Bir genç çocuk, bir tahta parçası üzerinde yalnız başına kurtulmuş. Dalgalar onu issiz bir adaya sürüklüyor. Robenson gemiden kurtarabildiklerini adaya sürüklüyor. Arada önce kendine bir barınak yapıyor sonra buğday ekiyor, yaban keçilerini evcilleştiriyor. Yerleşik ve düzenli bir hayat kuruyor.

Ey Fin kardeşler, milletimizi oluşturan 2 milyon Fin Robenson denen çocuktan daha güçsüz, daha iradesiz, daha akilsiz midir? Hayata ve insanlara karsı görevinizin neden ibaret olduğunu düşününüz.

 Bu konferans biz üç arkadaşa bir şevk kaynağı oldu. Biz neden kendi isimizde bir Robenson olmayalım diye düşündük. Çok sürmeden hayallerimizin gerçekleştiğini gördük.

Kunduracı olan arkadaş biraz para biriktirerek Paris’in en ünlü ayakkabı imalathanelerinde üç yıl çalıştı ve usta bir kunduracı olarak “okunen” firmasını açtı. Bu firma ve malları kısa zamanda Finlandiya ve tüm Avrupa’ya yayıldı ve ayakkabı krali oldu.

 Thomas Gulbe’de yumurtacıydı. Ülkede mükemmel bir satın alma ağı kurarak taze yumurtaları toplayıp üzerine “T.G.” harfleri yani “Thomes Gulbe” markasını bastırarak Avrupa Ülkelerine ihraç etmeye başladı ve bütün Avrupa’da bir üne kavuştu ve yumurta kralı olmuş.  Bende işe küçükken başladım. Küçük bir meyve suyu fabrikası açtım. Ürettiğim meyve suyu temizi koyu ve tatlıydı. İkinci yılın sonunda fabrika sayısı beşe çıktı. Sonra ürettiğim Jarvinen reçellerini yemeğe alıştılar. Bütün ülke adeta benim çiftliğim haline geldi. Sonra derken bütün Avrupa ülkelerine yayıldım.  Sonra konuşmasında: Sarhoşlar tatlıyı sevmezler; tatlıyı sevenlerde ispirtolu içeceklerden hoşlanmazlar. Bu yüzden reçel kutularına (içkiden alı koyar) ibaresi yazılmıştır. Bu şekilde gerek Finlandiya’da, gerekse yabancı ülkelerde, insan hayatini tatlılaştırmak için üzerime düsen görevi üstün bir gayretle yerine getirdim.  Jarvinen’in konuşması tüm ayrıntılarıyla, bütün Fin gazetelerinde yer aldı. Bu konuşma Finlandiya’da yankılar uyandırdı. Halkı aydınlatmak isteyenlerin ordusu yüzlerce gönüllü kazandı.  Köylüler, İsçiler ve İmalatçılar

Snelman daha okul yıllarında üretim ve insan iliksilerinin efendi/köle bakısıyla değerlendirmesine karşı çıkmıştı.

Tüm tarih kitaplarında Aristokrat sınıfın mücadelelerinden ve saray kesiminden söz edilir. Fakat köle bakışıyla değerlendirilen halktan hiç söz edilmez.

Ormandaki ağaçlar nasıl bahçedeki gibi canlı bir ağaçsa, haklin her ferdide yüksek tabakaya mensup insanlar gibi bir insandır. Onlarda yaratılırken eşit ve akıllı yaratılmışlardır.

Snelman, bütün köylülerin, isçilerin, imalatçıların ve bütün halk kesimlerinin her yönden aydınlanmasını, örgenim ve öğretimini hayatinin en önemli görevi saymış.

Mantıklı bir şekilde yetiştirilen her insanin ülkeye neler kazandırabileceğini bir düşünün!...

Kendini Halkın Sağlığına Adayan Doktor

“Bir köy doktorunun hatıraları” adli eserin yazarı göreve başladığı ilk günden beri günlük tutuyor. İlk izlenimleri ona ilkel mağara yaşantılarını hatırlatmış.

Üst üste yığılmış koca tas evler, kapılar alçak ve pencereleri yokmuş.

Köylüler hep ayni elbiseleri giyiyor, yıllarca banyo yapmazlarmış. Üst başları bit ve böceklerle doluymuş. Halkın çoğu hastalıklı ve çoğu küçük yaşta ölüyormuş.

Doktor şehirde oturan insanlara söyle sesleniyor:

Efendiler! Ne zamana kadar bu saklambaç oyununa devam edeceksiniz sürekli vatan severlikten bahsedersiniz. Ama millet için, vatan için, insanlık için ne yapıyorsunuz?

Doktor kitabinin sonunda şunları yazıyor:

“Devlet büyük bir ailedir. Onun mensupları sizin küçük kardeşlerinizdir. Alt tabakanın kusurları, kısmen de üst tabakanın ihmallerinden ve duyarsızlığından kaynaklanmaktadır. “

Kitap sosyal çevrede gereken ilgiyi gördü ve amacına ulaştı. Feci durumu herkes gördü ve anladı ve herkes çok büyük fedakarlıklara katlandı ve olumsuzlukların çoğu ortadan kalktı. Ülkede üretime katılan eller çoğaldı.

Milletin sağlığı için mücadele eden büyük kahramanın şanı sonsuza dek yücelsin.

DEGERLENDIRME:

Tüm imkansızlıklara ve doğa koşullarına rağmen, bir avuç aydının önderliğinde; askerlerden din adamlarına, profesörlerden öğretmenlere, doktorlardan is adamlarına kadar her meslekten insanin hakla omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir uygarlık mücadelesi verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak şekilde gözler önüne sermektedir.

Herkesin kendince dersler alacağı bu kitap, ülkemizin içinde bulunduğu zorunlu geçiş sürecinde güzel yurdumuzun halk gücüyle kalkınmasına ve toplumsal dayanışma ruhuna ve sile olunması açısından çok önem taşımaktadır.

 Dayanışma ve yardımlaşma ve herkesin sorumluluğunu yerine getirmesi sonucu insanların ve toplumun nelere kadir olduğu “zoru başarırız, imkansız için biraz uğraşırız” sözü ile ifade edilebilen bir prensibi kendisine hedef almış bu kitabi yediden yetmişe her kesimin duygularına hitap ettiği ve herkesin okuması lazım gelen mükemmel bir kitap