Şam da kıtlık

Şamda kıtlık

Bir yıl Şam’da öyle bir kıtlık oldu ki, âşıklar aşkı unuttular. Gök yere öyle bahîl oldu ki, ekinler, hurma ağaçları dudaklarını ıslatamadılar. Ne kadar eski pınar varsa kaynamaz oldu. Öksüzün gözyaşından başka su kalmadı.

Bir pencereden göğe doğru bir duman yükselecek olsa, bir dul kadının âhı idi. Yoksa Gökyüzünde duman nâmına bir şey yoktu. Bulut görülmez oldu!..

Ağaçların yaprakları kalmamıştı; zavallı ağaçlar çıplak fakirlere dönmüştü. Kolları kuvvetli babayiğitlerde zor, güç bitmişti. Dağlarda yeşillik, bahçelerde balçık görünmez oldu.

Çekirgeler bostanları, insanlar da çekirgeleri yediler.

Hal bu merkezde iken, bir gün, yanıma bir dostum geldi. Bir deri bir kemik kalmıştı. Halbuki paralı, zengin, şan ve şeref sahibi, hem de vücudlu bir insandı.

Hâlini görünce şaştım; ona sordum:

«– Güzel huylu dostum; ne oldun, ne felâkete uğradın? Gördüğüm hâlin sebebini söyle!..» dedim.

Dostum kızdı, bağırdı ve şöyle dedi:

«– Sebebini bilmiyorsan, ne gaflet!. Biliyorsan niçin soruyorsun? Görmüyor musun ki, felâket son dereceyi bulmuştur. Ne gökten yere yağmur iniyor, ne yerden göğe âh edenlerin feryadı çıkıyor!»

Cevap olarak, dedim:

«– Biliyorum, pekâlâ. Fakat kıtlıktan ne korkun var. Zehir, tiryak olmayan yerde adam öldürür. Senin herşeyin var. Başkaları açlıktan helâk olsa, sana ne? Dünyâ’yı tufan kaplasa, kaza ne?»

Bir âlim olan dostum, âlimin câhile bakması gibi bana mânidâr bir bakışla baktı ve şöyle dedi:

«– Sâhilde olup da dostlarının denizde boğulmakta olduklarını gören bir insanın kalbi, müsterih olmaz. Benim yüzüm yokluktan sararmıştır. Beni fakirlerin kederi sarartmıştır. Akıllı insan ne kendi azâsında, ne de başkasının azâsında yara görmek ister. Allâh’a hamdolsun yaram yok, fakat başkalarında yara görünce, vücûdum tir tir titriyor. Hastanın yanında oturan bir insan sıhhatte de olsa keyifli olabilir mi?

«– Zavallı fakirin bir şey yemediğini görünce, yediğim her lokma zehir, zıkkım oluyor.

Dostları zindanda bulunan bir kimse, gülistanda nasıl eğlenir?..»