Meczubun Namazı

Bir varmış bir yokmuş :) Böyle başlar ya hani masallar.
Efendim delilerin-velilerin çok olduğu o eski zamanlardan birinde, meczubun biri camiye girer, belli ki namaz  kılacak..Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer- dolanır. Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider.
Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam  namaza başlamak üzere olan cemaatle  birlikte saf tutar. Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir  namazını.
Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken,  tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan.
Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses  çıkar.Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye  başlamıştır bile.İmama kadar ulaşır sesler, hafiften  tartışmalar.
İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle  yaklaşır meczubun yanına ve der ki:
“Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın?
Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak,  bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?”
Bunu duyan meczub melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar:
“Âdetiniz böyle değil mi?”
“Ne âdeti?!” der Hoca..
Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o  sıra.
Der ki meczub bu kez:
“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun  bir yer ararken içeridekilere baktım,  gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet  böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!
Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der.
“Evet” der meczub, “Hepinizin sırtı yüklü!”.
Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasına,bıyık altından  gülüşmeler başlamıştır..
Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf  bir çocukça, heyecanla bağırır:
“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma  ağacı vardı..
Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun,  bununkinde de yaşlı annesi vardı!..”
Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;
“ Boş yok, boş yok hiç!..diye tekrarlar.
O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar!
Aynen doğrudur dedikleri çünkü; Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda, kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği..Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.
“Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca..
O da der ki:“Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!
Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda..
“Harâbât ehlini hor görme zakir, defineye mâlik viraneler var.”
Bildirince bildiren, yüreği olan görüyor elbet..
Ya işte böyle : Bu kadardır ol hikaye..
Bize düşen ibret almak.
Gelin hepimiz düşünelim bakalım, namazdayken sırtımızda neler  var?
Neleri sırtlıyoruz, neyin hamalıyız?
Namaz ki bir gök yolculuğu.. Sevgiliyle buluşma, konuşma ânı..
Hiç insan sevgilisiyle olduğunda aklına başka şey gelir mi?
Hem de nerde?! O huzurda..
Sırtımızda ne var? Yoklayalım mı?
Malımız, evladımız, senet ve ödenmeyen çeklerimiz, işimiz, aşımız, aşkımız?
Bitmeyen hırslarımız, ihtiras dolu sevdalarımız , kaygılarımız ?
Ne var sırtımızda?
Sırtımızda ne var?
Gelin düşünelim hep beraber başka pencereler açalım;
Affetmemek de sırtta yüktür değil mi?
Bazıları bir ömür boyu hamallık ederler boş yere, kendi canları hesabına..
Allah’a teslim olmamak, O’nun kudretini bilmemek, kendini bir şey sanmak, üstesinden gelemeyeceği, gücünün yetemeyeceği işlere talip olmak da sırtta yüktür..
Ömür boyu iki büklüm taşır, yüreksizliğini kişi..
Cimrilik de yüktür insana..Güldüremediği yüzleri, ısıtamadığı yürekleri, susturamadığı feryadları boş  bir gayretle taşır cimri insan ta kabre dek..
Sırtımızda ne var?
Belki de yol alamayışımız sırtımızdaki yüklerin ağırlığından..
Ara ara yoklamalı sırtlarımızı dostlar..
Varsa lüzumsuz yükler atıvermeli, rahatlamalı..
Kaç günlük ki şu dünya?
Bunca yük çekmeye, yorulmaya, bunca hamallığa değer mi?
Sevgi ve Muhabbetle efendim..

alıntıdır

DİL-İ BİÇARE

ANLAT DİL-İ BİÇARE'DEN, 
SUN DA İÇSİN YAR ELİNDEN
YANİ HEP BİLİNEN,
ŞEYLERDEN OLSUN
SEN SÖYLE DEDE'NİN
"ZÜLFÜNDEDİR BAHT-I SİYAHIM" BESTESİNİ

MEVLANA'DAN

Hergün bir yerden göçmek, ne iyi,
Hergün bir yere konmak, ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş,
Dünle beraber gitti. Cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi Yeni şeyler söylemek lazım...

NOKTA-I ESRAR

Kur’an’a İncil’e Zebur’a Tevrat’a
İman eden etmiş vahdet-i zata
Biri nefye memur biri ispata
“Lâ, illâ” da, “illâ, lâ” da olamaz
Seyrani