Hârût, Mârût Hikâyesi

Hârut, Mârut adlı iki melek, insan oğullarının kötülüklerini görüp Tanrı'ya şikâyette bulunmuşlar. Tanrı, onlara "Onlardaki şehvet sizde de olsa daha beter olursunuz" demiş. Fakat bu melekler, isyan etmeyeceklerini söylemişler. Bunun üzerine Tanrı, bunlara şehvet verip Bâbil'e inmelerini buyurmuş.

Bâbil'de hâkimlik ederlerken gayet güzel bir kadın bir iş için geliyor. Melekler kadına meftun oluyorlar. Fakat kadın, ya kocasını öldürmelerini, yahut puta tapmalarını, yahut da şarap içmelerini, aksi takdirde onlara ram olmıyacağını söylüyor.

Şarap içmeyi ehven bulup içiyorlar, bunun üzerine kadın "Her gece ism-i âzam okuyup göke çıkıyorsunuz. o ismi bana da öğretin" diyor, öğretiyorlar. Kadın, göğe çıkınca Tanrı onu bir yıldız şekline sokuyor.

Zühre yıldızı bu kadınmış. Meleklere de dünya azabiyle ahret azabından birini kabul etmelerini söylüyor. Dünya azabını kabul ediyorlar. Tanrı, bunları Bâbil kuyusuna baş aşağı astırıyor, orada kıyamete kadar azap çekmekteler.

Kur'-an'da 2 nci surenin (Bakara) 12 nci âyetinde bu iki meleğin Bâbil'e indikleri, halka sihir öğrettikleri, kendilerine müracaat edenlere sihir öğretmeden "Biz Tanrı tarafından size bir imtihan olarak geldik. Sihir öğrenip kâfir olmayın" dedikleri hikâye edilmekte, yukardaki vak'a anılmamaktadır.

Hârut, Mârut, esas itibariyle Ermenilerin iki mabudundan bozmadır. Mevlâna birinci ciltte 3320 nci beyitten 3359 uncu beyte kadar yine bu hikâyeden bahseder.

                                               Hârût, Mârût Hikâyesi

   (Aklın aklından kaçan, peygamber ve velîlere uymayan kişi) meşhur Hârût’la Mârût’a benzer. Onlar da gururları yüzünden zehirli ok yediler.
   Mukaddes yaradılışlarına, melek olduklarına itimat ettiler. Fakat bu itimat, su sığırının aslana itimadı gibidir. Manda, aslana ne kadar itimat edebilir?
   Onun yüz tane boynuzu olsa ve bu boynuzlarla korunmaya çalışsa yine aslan, onun boynuzunu değil; boynuzunun boynuzunu bile parça parça eder.
   Kirpi gibi baştan aşağı diken olsa, aslan, yine onu çaresiz öldürür.

3325. Kasırga, birçok ağaçları kökünden sökerse de alçacık bir ota ihsanda bulunur.
   O sert rüzgâr, otun zayıflığına acır. Gönül, artık sen de kuvvetten dem vurma.
   Balta; ağaçların, dalların çokluğundan, sıklığından hiç korkar mı? Hepsini paramparça eder, kesip biçer.
   Fakat bir ota saldırmaz. Neşter yaradan başka yere vurulmaz.
   Aleve, odunun çokluğundan ne gam? Kasap koyun sürüsünden kaçar mı?

3330. Mânaya nispetle suret nedir? Çok zayıf, çok âciz. Kötüyü baş aşağı tutan ondaki mânadır.
   Dolap gibi dönüp duran gökten kıyas tut. Onun dönmesi nedendir? Onda müdebbir olan akıldan.
   Oğul, siper gibi olan bu kalıbın dönüşü, hareketi de gizli ruhtandır.
   Bu rüzgârın hareketi onun mânasından ( o suretle zâhir olan mânadan, Tanrı kudretinden) dir değirmen çarkına benzer; çark, ırmak suyunun esiridir.
   Bu nefesin alınıp verilmesi, girip çıkması da hevesli candan başka kimdendir?


3335.
Can, o nefesi, nefesle çıkan sözü, bazen cim haline kor; bazen de ha ve dal haline ( bu suretle de inkâr da bulunur). Gâh o sözü barış sözü yapar, gâh savaş sözü.
  
*Can, o nefesi bazen sağa götürmektedir, bazen sola ..Bazen gül bahçesine koymaktadır, bazen diken haline.
 
 Yine böyle Tanrı’mız, bu rüzgârı Âd kavmine ejderha yaptığı halde, Yine aynı rüzgârı; müminlere rahmet, hayat ve emniyet verici bir hale getirmişti.
  
Âlemlerin Rabbinin mânalar denizi olan bin Şeyhi, “ mâna Allah’dır” dedi.
  
Bütün yerler, gökler; o yürüyen denizde, o can deryasında çör çöp gibidir.


3340.
Suda çör çöpün saldırması, oynaması, suyun dalgalanmasındandır.
  
İnat eder de onları hareketsiz bırakmayı dilerse kıyıya atıverir.
  
Kıyıdan dalgalandığı yere, kendisine çekti mi... ateş, ota ne yaparsa deniz de onlara onu yapar (hepsini siler, süpürür, yok eder).
  
Bu söze de son yoktur. Ey genç sen yine Hârût Mârût hikâyesine dön.
         Hârût, Mârût hikâyesinin sonu ve onların, dünyada Bâbil Kuyusunda cezalandırılmaları
   Bu iki melek, cihan halkının günahını, kötülüğünü görünce,


3345.
Hiddetlerinden ellerini ısırıyorlardı. Fakat gözleriyle kendi ayıplarını görmüyorlardı.
  
Bir çirkin, aynada kendisini görünce yüzünü çevirmiş, kızmış.
  
Kendisini gören kendisini beğenen; birisinde bir suç gördü mü...İçinde cehennemden daha şiddetli bir ateş parlar.
  
O, bu kibre din gayreti adını takar; kendi kâfir nefsini görmez.
  
Din gayretinin başka alâmeti vardır. O ateşten bütün bir dünya yeşerir, hayat bulur.

3350.
Tanrı; Hârût’la Mârût’a “ Eğer siz, nurdan yaratılmış, mâsum melekseniz aldanmış, ziyankâr suçluları görmeyin.
  
Ey gökyüzünün askerleri, benim kullarım! Şükredin ki şehvetten ve cinsi temayülden kurtulmuşsunuz.
  
Eğer size de şehvet versem, artık gök, sizi kabul etmez.
  
Sizdeki mâsumluk, benim ismetimin, benim korumamın aksindendir.
  
O mâsumluğu benden bilin, kendinizden değil. Kendinize gelin, kendinize... Lânetlenmiş Şeytan, size galip gelmesin” dedi.

3355.
Nitekim Peygamberin vahiy kâtibi de hikmeti kendisinde gördü, kendine de vahiy geliyor zannetti.
  
Tanrı kuşlarının sesi, kendinde de var sandı, o kötü ıslık, o kuşların sesi gibi güzeldir zannına düştü.
  
Sen, kuşların seslerini övüp dururken nereden kuşun muradını anlayacaksın.
  
Bülbülün sesini öğrensen, tanısan da gül ile ne yapıyor, ne işi var? Nereden bileceksin?
  
Kıyas ve şüphe yoluyla bildiğini farz edelim... O biliş sağırların, dudak oynamasından anladıkları kadar bir anlayış ve bilişten ibarettir.

 

DİL-İ BİÇARE

ANLAT DİL-İ BİÇARE'DEN, 
SUN DA İÇSİN YAR ELİNDEN
YANİ HEP BİLİNEN,
ŞEYLERDEN OLSUN
SEN SÖYLE DEDE'NİN
"ZÜLFÜNDEDİR BAHT-I SİYAHIM" BESTESİNİ

MEVLANA'DAN

Hergün bir yerden göçmek, ne iyi,
Hergün bir yere konmak, ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş,
Dünle beraber gitti. Cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi Yeni şeyler söylemek lazım...

NOKTA-I ESRAR

Kur’an’a İncil’e Zebur’a Tevrat’a
İman eden etmiş vahdet-i zata
Biri nefye memur biri ispata
“Lâ, illâ” da, “illâ, lâ” da olamaz
Seyrani