Babam Görebilir

 Futbolu tüm yüreğiyle seven, zayıf bir delikanlı vardı. Antrenman antrenman arkasına, tüm varlığını, gücünü ortaya koyuyordu. Ancak arkadaşlarının neredeyse yarısı kadar olan bu delikanlı, tüm karşılaşmalarda yedek kulübesindeki sırada oturuyor, ama umudunu hiç kaybetmiyordu. Bu delikanlı babası ile birlikte yaşıyordu ve aralarında çok özel bir ilişki vardı. Oğlu yedekler sırasında oturuyor olsa bile, babası tribünden oğlunu alkışlıyor ve onu yüreklendiriyordu.

Bu delikanlı liseye başladığında bile hâlâ sınıfın en ufak tefek öğrencisiydi. Oğlunu cesaretlendirmekten hiçbir zaman vazgeçmeyen babası, eğer isterse, her an futbolu bırakabileceğini de belirtiyordu. Ama delikanlı futbolu çok seviyordu ve bırakmayı da düşünmüyordu. Eğer her antrenmanda elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışacak olursa, bir gün oynayabileceği söyleniyordu kendisine. Lise eğitimi boyunca, hiçbir çalışmayı ve hiçbir maçı kaçırmadı delikanlı. Ama yine de, bu dört yıl boyunca yedekler sırasını ısıtmaktan öteye gidemedi.

 

Oğlunu çok seven baba, dilinden düşürmediği cesaret verici tümcelerle her zaman tribündeydi. Delikanlı üniversiteye başladığında, artık takıma girmeyi iyice kafasına koymuştu. Herkes bunu başaramayacağını düşünüyordu. Ama başardı. Takımın çalıştırıcısı, kendisine bir de itirafta bulundu: Onu sürekli olarak kadroya alıyordu çünkü; o, antrenmanlara tüm ruhunu ve yüreğini koyuyordu ve öteki oyuncularda olmayan bu ruh ve itici güçten, onlar da  iyi yönde etkileniyordu.

 

Bu haber delikanlıyı çok fazla sevindirmişti ve babasına bu haberi vermek üzere en yakın telefona koştu. Babası da bu sevinci oğluyla paylaşıyordu. Tüm maçlarını izleyebilmesi için babasına sezonluk bilet gönderdi delikanlı. Bu inatçı delikanlı üniversitedeki dört  yılı boyunca, hiçbir antrenmanı kaçırmamıştı. Futbol sezonunun artık sonu gelmişti. Son maçın hazırlıkları sürüyordu. Delikanlı antrenmana koşar adımlarla giderken, takımın antrenörü onu, elinde bir telgrafla karşıladı. Telgrafı okuyan genç, derin bir sessizliğe gömüldü. Güçlükle yutkunarak: "Babam bu sabah ölmüş. Bugünkü antrenmana katılmamak için geçerli bir neden mi sizce?" dedi.

 

Antrenör, elini sevgi ile delikanlının omzuna koydu ve "Bu hafta izinlisin oğlum. Hatta cumartesi günkü karşılaşmaya bile gelmeyi düşünme."

  

Cumartesi günü gelip çatmıştı bile, ama maç pek de iyi gitmiyordu. Üçüncü devrede, takım tam on sayı gerideyken, sessiz genç adam, boş soyunma odasına adeta süzülerek girdi ve üzerini değişti. Saha kenarına koşarak geldiğinde, takımdakiler ve antrenörü, sadık takım arkadaşlarının bu kadar kısa sürede geri dönmesinden dolayı  şaşkınlık dolu bakışlarla kendisine bakıyordu.

  

"Koç, lütfen oynamama izin verin. Bugün mutlaka oynamalıyım." Antrenör bu söylediklerini duymamış gibi davrandı. Başka türlü davranamazdı.  Çünkü böylesine önemli bir maçta en kötü oyuncusunu oynatmak istemiyordu. Ancak delikanlı ısrar etti ve sonunda onun için üzülen antrenör, ona oynaması için izin verdi.

  

Uzunca bir süre, ne antrenör, ne oyuncular ne de tribünlerdeki izleyiciler gözlerine inanamadı. Bu tanınmamış ve daha önce takımda hiç oynamamış olan bu genç, sahada çok başarılıydı. Karşı takımın oyuncuları onu bir türlü tutamıyorlardı. O koşuyordu, pas veriyordu ve rakipten topu alıyordu. Takım öne geçmeye başlamıştı. Karşılaşmanın son saniyelerinde, delikanlı topu kaptı ve var gücüyle koşarak sayı çizgisine ulaşıp, zafer sayısını yaptı. Taraftarlar coşku içindeydi. Takım arkadaşları onu omuzlarına aldılar. Böylesine bir coşku belki de o güne dek hiç görülmemişti.

  

Tribünler boşaldıktan ve oyuncular duşlarını alıp soyunma odalarından çıktıktan sonra, antrenörün dikkatini bir şey çekti: Genç delikanlı bir köşede sessizce oturuyordu. Antrenör delikanlının yanına geldi ve "Oğlum, buna  inanamıyorum. Müthiştin. Sana böyle neler oldu söylesene. Bunu nasıl başardın?"  

Delikanlı antrenörüne yaşlı gözlerle baktı. "Biliyorsunuz babam öldü” dedi. “Ama siz onun kör olduğunu biliyor muydunuz?” Delikanlı güçlükle yutkundu ve zorlukla da olsa gülümsemeye çalıştı: “Babam tüm maçlara gelirdi” dedi. “Ama yalnızca bugün, gerçekten görebilecekti oynadığımı. Ve ben de, onun beni ilk kez görerek seyrettiğini bildiğimden, ona nasıl oynadığımı göstermek istedim.• 

•İnternet Yayını - Bütün Dünya• Temmuz 2002 sayısı 

DİL-İ BİÇARE

ANLAT DİL-İ BİÇARE'DEN, 
SUN DA İÇSİN YAR ELİNDEN
YANİ HEP BİLİNEN,
ŞEYLERDEN OLSUN
SEN SÖYLE DEDE'NİN
"ZÜLFÜNDEDİR BAHT-I SİYAHIM" BESTESİNİ

MEVLANA'DAN

Hergün bir yerden göçmek, ne iyi,
Hergün bir yere konmak, ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş,
Dünle beraber gitti. Cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi Yeni şeyler söylemek lazım...

NOKTA-I ESRAR

Kur’an’a İncil’e Zebur’a Tevrat’a
İman eden etmiş vahdet-i zata
Biri nefye memur biri ispata
“Lâ, illâ” da, “illâ, lâ” da olamaz
Seyrani