Altın Çekiç

  Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kimsesiz yoksul bir delikanlı varmış. Adı Dem’miş. Koyunlarını otlattığı ailenin samanlığında yatar kalkar, ne iş bulursa yaparmış. Kazancı ile kıt kanaat geçinir, Tanrı’ya şükredermiş. Güler yüzlüymüş, çalışkanmış, yüreği sevgi doluymuş. Köyde Dem’i sevmeyen yokmuş.

 Her delikanlı gibi Dem’in de düşleri varmış. Bir kulübe, rahat bir yatak, kap-kacak, yemek pişirecek bir ocak düşlermiş. “İyi bir işim olsa, tüm bunlar da olur ama...” dermiş kendi kendine. Ayrıca güllerle dolu bir bahçe özlemi içindeymiş. Gül dalında   öten bülbüllerin tatlı seslerini duyar gibi olurmuş zaman zaman. Neyse! Düş bu! Her yere gider, her gönlü doldurur. Düş dünyasında “yok” yoktur. Bir prensesle evlenmeden, karun gibi zengin olmaya; meleklerle el ele yıldızdan yıldıza uçmaya dek, neler olmaz ki düş dünyasında! Yeter ki, gönüller sevgiyle, akıllar iyiliklerle dolu olsun!

 Mevsimlerden ilkbahar, günlerden pazarmış. Güneşin bonkörce ısıttığı kırlarda gelincikler, papatyalar doğayı süslüyorlarmış göz alabildiğine. Dem piknik yapmaya karar vermiş. Azıcık ekmek, bir topak peynir koymuş çıkınına. Domates de varmış kıpkırmızı, kıtır kıtır yeşil biber de. Neşe içinde yola düşmüş. Islığıyla en sevdiği şarkıyı seslendirerek, göğü delercesine yükselen mor dağlara doğru yürümüş.  Yüzünü okşayan ılık bahar yelini içine çekmiş derin derin. Tüyleri ürpermiş. Derelerin mor dağlardan yankılanan şırıltıları yaşam ötesi bir müzik gibi gelmiş ona. Düşlere dalmış yine, her zamanki güzel düşlere... Yürümüş, yürümüş, sonunda çoban çeşmesine ulaşmış. Çeşmenin yanı başındaki koca çınarın altına oturmuş. Soluklanmış azıcık. Köyünü görmüş uzaktan; duygulanmış. Yaşamın, yaşamaya değer olduğunu yinelemiş düşüncelerinde. “Kimsesiz de olsam, yoksul da olsam, yaşam çok güzel, sevmek ve sevilmek çok güzel” diye mırıldanmış gülümseyerek. Mırıltısına hemen yanıt gelmiş:  “Doğru! Yaşam güzel, sevmek ve sevilmek güzel gerçekten!” 

 Dem şaşırmış. Başını kaldırmış. Yanıbaşında yaşlı bir Keşiş duruyormuş. Ayağa kalkmış, “Sen de kimsin?” dercesine Keşiş’e bakmış. Keşiş yanıtlamamış. Oturmuşlar. Bir süre konuşmamışlar. Şaşkınlığı biraz geçince Dem çıkınını açmış, “Buyrun birlikte yiyelim” demiş içtenlikle. Keşiş gülmüş, gülüşü sevgi ve beğeni doluymuş. Ak sakalını sıvazladıktan sonra, “Teşekkür ederim, aç değilim. Ama biraz su verebilirsen, mutlu olurum!” diye yanıtlamış Dem’i. Dem, çeşmenin duvarında asılı tahtadan bir çanakla  su getirmiş Keşiş’e. Kana kana içtikten sonra Keşiş, bir çekiç çıkarmış torbasından. Çekiç demirdenmiş.  Dem’e uzatmış, “Al, senin olsun. Taş yontarak para kazanır, rahat yaşarsın!” demiş. Dem, çekice uzun uzun bakmış, avucuna vurmuş birkaç kez. Ağır, ancak güzel bir çekiçmiş. Çok beğenmiş, Keşiş’e teşekkür etmiş. Ama daha sözünü tamamlamadan Keşiş ortadan yok oluvermiş. Dem düşünmüş, düşünmüş; olanlara bir yanıt bulamamış. “Rüya mı gördüm acaba?” demiş kendi kendine, ancak çekiç elindeymiş. Avucuna vurmuş birkaç kez. Evet, hem çekiç gerçekmiş, hem darbeler... Dem hem mutluymuş, hem heyecanlı. Kafası sorularla doluymuş ama hiçbirine yanıt bulamıyormuş. Karnı acıkmış. Çıkındakilerin hepsini yemiş. İki çanak su içmiş kana kana. Çoban çeşmesinin buz gibi suyu, en az çıkındakiler denli lezzetliymiş.

 Güneş ışınlarının yatıklaşmasıyla birlikte, köyün yolunu tutmuş. Çekici elindeymiş, avucuna vuruyormuş ara sıra. Yol boyu yine neler düşlemiş neler! Küçük kulübeden, gül bahçesinden öte, evlenmeyi bile düşünmüş; bir güzeller güzeli süsleyivermiş düşlerini. Samanlık ona öyle rahat gelmiş ki, deliksiz uyumuş sabaha dek. Yorgunluktan düş bile görmemiş. Güneş mor dağların yamacından göz kırparken, Dem koyunları ağıldan çıkarmış. Her zamanki gibi meranın yolunu tutmuş. Koyunlar önde, Dem arkada yürürken, havada bir kartal belirmiş aniden. Hızla dalmış ve demir çekici Dem’in elinden kapmış; gökyüzünde kaybolmuş. Böylece Dem’in geleceği, parlak düşleri yok olmuş bir anda. Dem kendini tutamamış, ağlamış, ağlamış. Üzüntüsünden ne yapacağını bilememiş. Çoban çeşmesinin buz gibi suyuyla yüzünü yıkamış, koca çınarın gölgesine atmış kendini. Kara kara düşüncelere dalmış. Umutsuzluğun derin bir uyku gibi onu sardığı sırada, saçlarını okşayan yumuşak bir elle kendine gelmiş. Bu el, Keşiş’in eliymiş. Dem daha ağzını açmadan, “Biliyorum oğlum, sana çekicini geri getirdim!” demiş. Uzatmış çekici. Dem çekice bakmış; çekicin her yanı gümüştenmiş. “Ama bu benim çekicim değil!” demiş Dem. “Ya öyle mi?” diyerek Keşiş çekici geri almış ve ortadan kaybolmuş. Az sonra tekrar görünmüş. Bu kez elinde som altından bir çekiç varmış. “Bu mu?” diye sormuş Keşiş. “Hayır! Bu çekiç altından; benimki demirdendi.” yanıtını vermiş Dem.

Keşiş yine kaybolmuş, bu kez demirden bir çekiçle geri dönmüş. “Tamam, işte benim çekicim!” diye haykırmış Dem sevinçle. “Al öyleyse, dikkatli ol! Bir daha çekicini kaybetme sakın!” demiş Keşiş. Sonra Dem’i yanağından öpmüş, kulağına fısıldamış:

 “Altın çekici alıp, satardın. Böylece zengin olurdun. Çalışman gerekmezdi. Ama sen almadın! Bu davranışınla dürüst olduğunu, yaşamını çalışarak kazanmayı, böylece insanlığa yapıt bırakma gibi yüce bir seçeneği yeğlediğini kanıtlamış oldun. Seni kutlarım! Çekicin sağlam, yapıtların sevgi denli uzun ömürlü olsun!”  Dem kendini tutamamış, duygulanmış, gözyaşlarına boğulmuş. Keşiş’in kaybolduğunu bile farkedememiş. Kendine geldikten sonra koyunları toplamış, köyün yolunu tutmuş. Saman yatak yine çok rahat gelmiş Dem’e. Gözlerini kapar kapamaz uyuyakalmış. Gece yarısı yumuşak bir elin saçlarını okşadığını fark etmiş; gözlerini açmış. Keşiş varmış karşısında. Ayağa kalkmış. “Haydi oğlum! Birlikte Sevgi Diyarı’na gidiyoruz! Çekicini unutma! Sevgiyi yüceltmek, tüm insanlığa yaymak için uğraş veren bir yerdir Sevgi Diyarı. Orada iş de çoktur, yemek de! Yürekler sevgi ile akıllar iyilikle doludur. Senin gibi iyi, dürüst ve sevecen bir gencin yeri orasıdır” demiş Keşiş gülümseyerek. Sonra Dem’in elinden tutmuş. Melekler gibi uçmuşlar gecenin maviliğinde. Ay yusyuvarlak, yıldızlar pırıl pırılmış.

Uçmuşlar, uçmuşlar, yedi dağ aşmışlar. Sonunda Sevgi Diyarı’na ulaşmışlar. Herşey o denli güzelmiş ki! Hava temiz, su berrak, toprak verimliymiş. Ağaçların başı göğe değiyormuş. Evler şirinlikte birbiriyle yarışıyormuş, hepsinin duvarları yontma taşlardanmış. Kadınlar ev işleri ile haşır neşirken, erkekler ham taşlara sanatsal biçimler veriyorlarmış harıl harıl. Herkesin elinde demirden bir çekiç varmış, Dem’inki gibi. Dem de katılmış onlara coşkuyla. Çalışmış, çalışmış; alın teri taşlara karışmış. Dürüstlüğün, sevgi dolu bir yüreğin semeresini almış böylece. Küçük bir kulübeden öte, şirin bir evi olmuş, gül bahçesi de. Şirin eve bir güzeller güzeli getirebilmiş mi? Onu biz de bilemiyoruz...

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...•

DİL-İ BİÇARE

ANLAT DİL-İ BİÇARE'DEN, 
SUN DA İÇSİN YAR ELİNDEN
YANİ HEP BİLİNEN,
ŞEYLERDEN OLSUN
SEN SÖYLE DEDE'NİN
"ZÜLFÜNDEDİR BAHT-I SİYAHIM" BESTESİNİ

MEVLANA'DAN

Hergün bir yerden göçmek, ne iyi,
Hergün bir yere konmak, ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş,
Dünle beraber gitti. Cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi Yeni şeyler söylemek lazım...

NOKTA-I ESRAR

Kur’an’a İncil’e Zebur’a Tevrat’a
İman eden etmiş vahdet-i zata
Biri nefye memur biri ispata
“Lâ, illâ” da, “illâ, lâ” da olamaz
Seyrani