Aslına Hu Nesline Hu

Vakt ü zamanında bir hükümdar vezirine şöyle bir emir vermiş:

- Tebaamdan bana Hızır Aleyhisselam' ı bulup getirecek bir kul var mıdır? Araştırılsın!..

O günden tezi yok memleketin dört yanına tellarlar çıkartılmış. Ancak kimsenin bu işe cesaret ettiği yok!meğer devlet elinin erişemediği uzaklarda bir yerde pek yoksul bir ihtiyar yaşarmış. Adamcık uzun uzun düşündükten sonra " eğer bazı şartlar öne sürerek bu işe talip olursam ahir-i ömrümde birkaç zaman olsun bolluk ve refah yüzü görürüm. Hükümdarın tebaası olarak bizi arayıp sorduğu mu var?

Hem ol ki talih yaver gider." Deyip sarayın yolunu tutmuş.Hükümdar, ihtiyara kırık gün süre tanıyıp her tür isteğinin yerine getirilmesini ferman buyurmuş. İhtiyar o kırk günde ne kadar kendisi gibi fakir fukara varsa doyurmuş, yardım da bulunmuş. Kırkıncı gün sarayın adamları kapıya dayanmışlar ve " buyur efendi, gidiyoruz!" demişler. Zavallı ihtiyar sayılı günler çok çabuk geçtiğini bilerek emre rıza göstermiş. Yolda yanlarına bir fakir derviş takılmış ve

- Ben de sizinle geleyim ve sarayı bir kez olsun göreyim demiş. İhtiyar bunda da rica gösterip huzura varmışlar. Hükümdar ihtiyara bakmış; o hükümdara bakmış. Ortada ne HIZIR var, ne mazeret. Adamcık durumu anlatacakken hükümdar ateş püskürür vaziyette en büyük vezirine sormuş:

- Efendi, söyle bu densize ne ceza verelim?

- Hünkarım, bu adamı kırk katırın kuyruğuna bağlayıp sürütelim.

- Aslına huuu… Nesline huuu! Diye bir ses duyulmuş ihtiyarın yanına takılıp gelen fakir dervişten. Sultan sesini çıkarmamış ve ortanca vezirine sormuş:

- Söyle bre bu herife ne yapalım.

- Bu herifi keşkek edip leşini köpeklere yedirelim.

- Aslına huuu… Nesline huuu!... demiş yine fakir. Padişah ona sert sert bakmış. Sonra aynı suali küçük vezire sormuş.

Cevap:

- Yüce sultanım. Bu zavallı ihtiyar zaten ömrünün sonuna yaklaşmış. Yoksulluk ve devletin ilgisizliği yüzünden bir yalana tevessül etmiş. Kaldı ki aldığı her kuruşu fakir fukaraya dağıtmış. Affetmek büyüklük alametidir. Büyüklüğünüzü gösterip bağışlaıveriniz.

- Aslına huuu… Nesline huuu!.. Demiş yine derviş. Padişah öfkeyle sesin geldiği yana dönerek kükremiş:

- Bre sen kim olasın ve niçin hep aynı şeyi söyleyip durmaktasın? Padişah huzurunda edep böyle mi olur?

Derviş hükümdarı saygıyla selamlamış ve söze başlamış:

- Haşmetlü hünkarım! Senin büyük vezirinin babası katırcı idi, onu için ihtiyarı katırlara sürütmek istedi.

Ortanca vezirinin babası keşkek dükkanı işletirdi. Etin artığını da köpeklere atardı. O da babasının yaptığını uygun gördü bu ihtiyara.

Şu küçük vezirine gelince. O asil bir vezir ailesinden gelmektedir ve vicdanı bu ihtiyara devlet himayesiyle mücazat etmesini gerektiriyor babasından da öyle görmüştür zira.

Hepsinin sözleri, asıllarını ve fiillerini göstermekte. Ben de o sebepten " Aslına huuu; nesline huuu! diyorum.

Padişahın merakı artmış. Hayret içinde bu fakirin bütün bunları nereden bildiğini merak ederek sormuş:

- Peki, derviş sen kimsin?

- Ya sen bugün kimi bekliyordun hünkarım?

Sonra da önce küçük veziri ardından kendini işaret ederek

İşte vezir; işte Hızır!

Deyip ortadan kayboluvermiş.