Hacı Bayram Veli

İstanbul'u, Fâtih Sultan Mehmed Hanın fethedeceğini müjdeleyen büyük velî. Nûmân bin Ahmed bin Mahmûd, lakabı Hacı Bayram'dır. 1352 (H. 753)de Anakra ilinin Çubuk Çayı üzerindeki Zülfadl (Sol-Fasol) köyünde doğdu. 1429 (H. 833) senesinde Ankara'da vefât etti. Türbesi, Hacı Bayram Câmiinin kenarında ziyârete açıktır.

Nûmân, küçük yaşından îtibâren ilim tahsîline başladı. Ankara'da ve Bursa'da bulunan âlimlerin derslerine katılarak; tefsîr, hadîs, fıkıh gibi din ilimlerinde ve o zamânın fen ilimlerinde yetişti. Ankara'da Melîke Hâtun'un yaptırdığı Kara Medresede müderrislik yaparak talebe yetiştirmeye başladı. Kısa zamanda, halk arasında sevilip sayılan biri oldu.

İlimdeki bu üstünlüğüne rağmen Müderris Nûmân'ın rûhunda bir sıkıntı vardı. O, bu sıkıntıdan ancak bir mürşid-i kâmilin huzûruna varmakla kurtulabileceğini biliyor ve bir fırsat gözlüyordu. Nitekim bir gün dersten çıktığında yanına birisi geldi ve;

"Ben Şücâ-i Karamânî'yim. Kayseri'den senin için geliyorum. Sana bir haberim ve dâvetim var." dedi.

Nûmân, bu sözlerin sonunda kendisi için mühim bir haberin olduğunu anlamıştı.

"Hoş geldin, safâlar getirdin. İnşâallah hayırlı haberlerle gelmişsindir. Anlat! Anlat!" diyerek hayretle sordu.

"Beni şeyhim ve mürşidim Hamîdeddîn-i Velî hazretleri gönderdi ve; "Git Engürü'de (Ankara'da) Kara Medresede Nûmân adında bir müderris vardır. Ona selâmımı ve dâvetimi söyle. Al getir. O bize gerek..." dedi. Ben de bu vazîfe ile huzûrunuza gelmiş bulunuyorum."

Müderris Nûmân bu sözleri dinler dinlemez;

"Baş üstüne, bu dâvete icâbet lâzımdır. Hemen gidelim." diyerek müderrisliği bıraktı. Şücâ-i Karamânî ile Kayseri'ye gittiler. Kayseri'de Somuncu Baba diye meşhûr Hamîdeddîn-i Velî ile bir kurban bayramında buluştular. O zaman Hamîd-i Velî; "İki bayramı birden kutluyoruz." buyurarak, Nûmân'a Bayram lakabını verdi.

Hamîd-i Velî, Nûmân ile başbaşa sohbetlere başlayarak, onu kısa zamanda olgunlaştırdı. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde yüksek derecelere kavuşturduktan sonra ona;

"Hacı Bayram! Zâhirî ilimleri ve bu ilimlerde yetişmiş âlimleri ve derecelerini gördün. Bâtınî ilimleri ve bu ilimlerde yükselmiş evliyâyı ve derecelerini de gördün. Hangisini murâd edersen onu seç!" buyurdu. Hacı Bayram da, velîlerin yüksek hallerini görerek, kendisini tasavvufa verdi ve bu yolda daha yüksek derecelere kavuşmak için çalıştı. Hocasının teveccühleri ile zamânının en büyük velîlerinden oldu.

Hacı Bayram-ı Velî, hocası ile hacca gitti. Hac vazîfelerini yaptıktan sonra Aksaray'a geldiler. Orada hocasının 1412 (H. 815) senesinde; "Halîfem, vekîlim sensin." emri üzerine, bu ağır vazîfeyi üzerine aldı. Aynı sene hocası vefât edince, defn işleriyle meşgûl olup, cenâze namazını kıldırdı. Aksaray'da vazîfesini bitirdikten sonra Ankara'ya döndü. Ankara'da dînin emir ve yasaklarını insanlara anlatmaya, onlara doğru yolu göstermeye, yetiştirmeye başladı. Her gün pekçok kimse huzûruna gelir, hasta kalplerine şifâ bularak giderlerdi. Talebeleri gün geçtikçe çoğalmaya, akın akın gelmeye başladılar. Kısa zamanda ismi her tarafta duyuldu.

Bilâhare İstanbul'un mânevî fâtihi olacak olan Akşemseddîn de Osmancık'ta müderrisken şeyhin evliyâlık derecesini duymuş ve ona talebe olmak üzere Ankara'ya gelmişti. Fakat şeyhin dükkan dükkan dolaşıp para topladığını görünce, yanına varıp hikmetini sormadan "Evliyâ para mı toplar, buralara boşuna gelmişim." diyerek oradan ayrıldı. Zeynüddîn Hafî hazretlerine talebe olmak üzere Mısır'a doğru yola çıktı. Haleb'e vardığı gece bir rüyâ gördü. Rüyâsında, boynuna bir zincir takılmış ve zorla Ankara'da Hacı Bayram-ı Velî'nin eşiğine bırakılmıştı. Zincirin ucu ise Hacı Bayram'ın elindeydil. Bu rüyâ üzerine, Akşemseddîn yaptığı hatâyı anlayarak derhal Anakra'ya geri döndü. Şehre ulaştığında Hacı Bayram-ı Velî'nin talebeleriyle ekin biçmeye gittiğini öğrendi. Tarlaya gitti. Fakat Hacı Bayram hazretleri ona hiç iltifat etmediler. Akşemseddîn, diğer talebelerle birlikte ekin biçmeye başladı. Yemek vakti geldiğinde, insanların ve orada bulunan köpeklerin yiyecekleri ayrıldı. Hacı Bayram-ı Velî, talebeleriyle yemek yemeye başladı. Yine Akşemseddîn'e hiç iltifat etmeyip, yemeğe çağırmadı. Akşemseddîn yaptığı hatâyı bildiği için, kendi kendine;

"Ey nefsim! Sen, Allahü teâlânın büyük bir velî kulunu beğenmezsen, işte böyle yüzüne bile bakmazlar. Senin lâyık olduğun yer burasıdır." diyerek, köpeklerin yanına yaklaşıp, onlarla berâber yemeye başladı.

Hacı Bayram-ı Velî hazretleri, Akşemseddîn'in bu tevâzuuna dayanamayarak; "Köse! Kalbimize çabuk girdin, yanımıza gel." buyurup iltifât etti, kendi sofrasına oturttu. Sonra ona; "Zincirle zorla gelen misafiri, işte böyle ağırlarlar." diyerek, onun gördüğü rüyâyı, kerâmet göstererek anladığını bildirdi.

Akşemseddîn bundan sonra hocasının yanından hiç ayrılmadı. Sohbetlerini kaçırmayarak, kalplere şifâ olan nasihatlarını zevkle dinlemye başladı. Hacı Bayram-ı Velî'nin teveccühleri altında, kısa zamanda bütün talebe arkadaşlarının önüne geçti. Nefsini terbiye etmekte herkesten ileri gitti.

Akşemseddîn'e icâzet, diploma verdiğinde, bâzıları;

"Efendim! Sizde yıllarca okuyan talebelere hilâfet vermediğiniz hâlde, bu yeni gelen Akşemseddîn'i kısa zamanda hilâfet ile şereflendirdiniz?" dediler.

Hâcı Bayram-ı Velî de;

"Bu öyle bir kösedir ki, bizden her ne görüp duydu ise hemen inandı. Gördüklerinin ve işittiklerinin hikmetini de bizzât kendisi anladı. Fakat yanımda yıllardır çalışan talebeler, gördüklerinin ve duyduklarının hikmetini anlayamayıp bana sorarlar. Ona hilâfet vermemizin sebebi işte budur." diye cevap verdi.

Hacı Bayram-ı Velî, hem talebelerini yetiştiriyor, hem de belli saatlerde câmide insanlara vâz ve nasîhat ediyordu. Herkes Hacı Bayram-ı Velî'nin vâzlarına koşuyor, bâzı kerâmetlerini görünce, ona daha çok bağlanıyorlardı. Bu şekilde Hacı Bayram'ın etrafında pekçok kimsenin toplandığını gören bâzı hasetçiler, Pâdişâh İkinci Murâd Hana;

"Sultânım! Ankara'da Hacı Bayram isminde biri, bir yol tutturarak halkı başına toplamış. Aleyhinizde bâzı sözler söyleyip saltanatınıza kasdedermiş. Bir isyân çıkarmasından korkarız!" diyerek iftirâlarda bulundular. Bunun üzerine sultan, durumun tetkik edilmesi için iki kişi vazifelendirip;

"O kimseyi hemen gidip huzûrumuza getirin. Emrimize baş kaldırıp isyân ederse, zincire vurarak getirin!" emrini verdi.

Vazifeli çavuşlar, ellerinde pâdişâhın fermânı olduğu hâlde, Edirne'den kalkıp süratle Ankara'ya gittiler. Şehre yaklaştıklarında önlerine, yaşlı, nûr yüzlü bir kimse ile bir genç çıktı. Selâmlaştıktan sonra ihtiyâr zât;

"Evlâtlarım! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?" diye sorunca, onlar da;

"Ankara'da Hacı Bayram isminde biri, etrâfına adamlar toplayıp, Pâdişâhımıza başkaldırmış. Onu yakalayıp pâdişâhın huzuruna götüreceğiz." dediler. Çavuşların bu sözünü bekleyen ihtiyâr zât;

"O aradığınız Hacı Bayram bu fakîrdir." diyerek, kendisini gösterdi. Çavuşlar bir fermâna baktılar, bir de Hacı Bayram-ı Velî'ye. Aradıkları isyâncı bu olamazdı. Bu nûr yüzlü, hoş sözlü zât, hiç isyân edecek birine benzemiyordu. Hacı Bayram-ı Velî'ye tekrar tekrar dikkatle baktıktan sonra, birbirlerine;

"Gidelim, Sultanımıza gidelim. Bu zâtın mâsûm olduğunu, söylenilenlerin yanlış olduğunu bildirelim." dediler.

Hacı Bayram;

"Evlatlar! Sizin geleceğinizi biliyorduk. Onun için yola çıkıp sizi bekledik. Pâdişâhımızın fermânı başımız üzerindedir. Haydi durmayınız, elimi zincirle bğlayınız ve bir an önce buradan gidelim." buyurdu.

Bu sözlere iyice hayret eden çavuşlar;

"Sizi yanlış anlatmışlar efendim. Size karşı edepsizlik etmeye hayâ ederiz. Hele zincire vurmak hiç aklımızdan geçmez. Mâdem ki emrediyorsunuz, buyurunuz gidelim." dediler.

Hacı Bayram ile yanındaki genç talebesi Akşemseddîn, çavuşlarla birliket Edirne'ye doğru yola koyuldular. Hacı Bayram-ı Velî, yol boyunca çavuşlarla sohbetler etti, onlar nasîhatlerde bulundu. Günler sonra Çanakkale Boğazından geçip, Edirne'ye geldiler. Sarayda Sultan İkinci Murâd Han, söylentilere göre devletin selâmetine kasdeden ve tahtına göz diken bir eşkıyâ beklerken, karşısında; nûr yüzlü, kâmil bir velî gördü. Hayretini saklamayarak, onu baş köşeye oturttu. Utancından bu büyük velînin yüzüne bakamadan;

"Yolculuğunuz zahmetli oldu herhalde." dedi.

Hacı Bayram-ı Velî ise tebessümle;

"İyi bir vesîle oldu. Birçok yerde ve buralarda epeyce mâneviyât âşıkları gördük ve tanıştık." diyerek, pâdişâhı rahatlattı.

Sohbete başladılar. Sultan Murâd, şehzâdeliğinden beri ilme pek meraklıydı ve büyük bir âlim olarak yetişmişti. Hacı Bayram-ı Velî konuştukça, ilminin yüksekliğini daha iyi anladı. Tâ Ankara'dan buraya kadar getirttiğine çok üzüldü, tanışmakla şereflendiği için de çok sevindi. Tasavvuftaki bâzı müşkillerini Hacı Bayram-ı Velî'ye sordu. Aldığı cevaplardan ziyâdesiyle memnun oldu. Pekçok ihsânda bulunup, hediyeler verdi. Fakat Hacı Bayram-ı Velî;

"Sultânım! Bizim dünyâ malında gözümüz yoktur. Siz onları, ihtiyâcı olanlara veriniz." diyerek nâzikçe reddetti.

Pâdişhâh ısrar edince de;

"Mutlaka ihsânda bulunmak istiyorsanız, talebelerimizin, devlete vereceği vergilerden muaf tutulmasını arzu ederiz." dedi.

Pâdişâh da memnuniyetle kabûl etti. Hacı Bayram-ı Velî'yi günlerce sarayda misâfir etti, izzet ve ikrâmda bulundu.

Başbaşa sohbet ettiği günlerden birinde; konu İstanbul'un fethine gelmişti. Murâd Han Gâzi;

"Allahü teâlânın izniyle, evliyânın himmet ve bereketleriyle İstanbul'u almak istiyorum. Rahmetli dedem Yıldırım Bâyezîd Han bu işe girişti. Fakat bir netice elde edemedi. Devlet-i âl-i Osman'ın toraklarının ortasında bir Bizans Devletinin olmasına hiç gönlüm râzı değil. Sevgili Peygamberimizin de fethini müjdelediği bu İstanbul bize lâzım. Bunu almak için de himmetinizi, yardımınızı bekliyorum." dedi.

Murâd Han bu sözleri söylerken, Hacı Bayram-ı Velî derin bir tefekküre dalmış, onu dinliyordu. Sultanın sözü bittikten bir süre sonra şöyle konuştu:

"Sultânım! Bu şehrin alınışını görmek ne size, ne de bize nasîb olacak. İstanbul'u almak, şu beşikte yatan Muhammed'e (Fâtih Sultan Mehmed Han) ve onun hocası, bizim Köse Akşemseddîn'e nasîb olsa gerektir." müjdesini verdi. Sonra geleceğin Fâtih'ini kucağına aldı. Onun gözlerine bakarak, uzun uzun teveccühlerde bulunda. Sultan Murâd Han, bu müjdeye çok sevindi. Oğlu şehzâde Muhammed'e ve Akşemseddîn'e artık başka bir nazar ile bakmaya başladı.
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Edirne'de bulunduğu müddet içinde, câmilerde vâz verip, halka nasîhatlerde bulundu. Edirneliler de onu çok sevdiler. Onun hangi câmide nasîhat edeceğini öğrenip, oraya akın akın giderlerdi. Pâdişâh da onun Edirne'de kalmasını istiyordu. Fakat Hacı Bayram-ı Velî, Ankara'ya talebelerinin başına dönüp, onları yetiştirmeye devâm etmek istediğini bildirdi.

Pâdişâha nasîhatlerde bulunduktan ve onunla vedâlaştıktan sonra yola koyuldu. Önce Gelibolu'ya geldi. Orada Yazıcızâde Ahmed Bîcân ve Muhammed Bîcân kardeşlerle görüştü. Bir müddet onları yetiştirmek için orada kaldı. Onların Bayramiyye yoluna girerek, tasavvufta ilerlemelerine sebeb oldu. Muhammed Efendi, yazdığı Muhammediyye'yi hocası Hacı Bayram-ı Velî'ye takdim ettiğinde;

"Ey Muhammed! Bu kitabı yazacağına, kalbinin nûrlanması için çalışsan, nefsini terbiye etmek için uğraşıp onu yola getirseydin daha iyi olmaz mıydı?" buyurduğunda, Muhammed Bîcân bir "Âhh!" çekti ki, o anda kitabın açık olan sahifeleri "Âhh" ateşinden kararıp simsiyah oldu. Hacı Bayram-ı Velî, kısa zamanda bu iki kardeşe icâzet, diploma vererek, insanları hak yola dâvet ve bu yolda ilerletmekle görevlendirdi.
Hacı Bayram-ı Velî, Ankara'ya Sultan Murâd Hanın verdiği fermânla geldi. Fermanda, Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin talebelerinin, yalnız ilim ile meşgûl olmaları için, onların vergi ve askerlikten muâf tutulduğu bildiriliyordu. Bunu duyan pekçok kişi, vergi ve askerlikten kurtulmak için Hacı Bayram-ı Velî'nin talebesi olduğunu söylemeye başladı. Bunlar o kadar çoğaldı ki, Ankara'nın mâlî ve askerî düzeni bozuldu. Sonunda Sultan, Hacı Bayram-ı Velî'den talebelerinin bir listesini istemek zorunda kaldı.

Hacı Bayram-ı Velî de, Ankara'nın Kanlıgöl mevkiinde bir çadır kurdu ve;

"Bize intisâb edenler, talebe olanlar burada toplansın." diye ilân etti. Hacı Bayram-ı Velî'nin talebesi olduğunu söyleyen herkes, akın akın gelip meydanı doldurdu.

Hacı Bayram-ı Velî;

"Dervişlerim, müridlerim! Bana intisâb eden talebelerimi bugün burada kurban etmem emrolundu. Canını, malını bana feda eden, çadıra girsin." buyurdu.

Bütün talebeleri bir korku aldı. Bir uğultu yükseldi. Vergiden kaçmak için talebe görünenler;

"Bu ne biçim mürşit; bu nasıl müritlik." diye söylenip duruyorlardı.

Hacı Bayram-ı Velî de, eline keskin bir bıçak ile çadırın kapısında beklemeye başladı. Bu sırada topluluktan, bir erkek ile bir kadın kalabalığı yararak doğruca çadırın içine girdiler. Arkalarından Hacı Bayram-ı Velî de girdi. Daha önceden çadıra koyduğu koyunu içeride hemen kesti. Kırmızı bir kan, çadırdan dışarı çıktı. Kanı gören herkes hemen kaçtı. Meydanda kimse kalmadı. Daha sonra dışarı çıkan Hacı Bayram-ı Velî;

"Anladık ki, bu kadar talebemiz varmış. Bunlardan başka herkes, vergi vermek ve asrelik yapmak sûretiyle, devlete olan borcunu ödemelidir." buyurdu.
Hacı Bayram-ı Velî, ömrünün sonuna kadar İslâmiyeti yaymak için uğraştı. Talebelerine ve sohbete gelen herkese, Allahü teâlânın emirlerini bildirip, yasaklarından kaçınmanın şart olduğunu anlattı. Hayâtı, hep verâ ve takvâ üzere, haramlardan şiddetle kaçıp, şüpheli korkusuyla mübahların fazlasını terk etmekle geçti.

Onun vefâtından sonra "Bayramiyye yolu"nu, talebelerinden Akşemseddîn ve Bıçakçı Ömer Efendi devâm ettirdiler.

Diğer halifeleri ise: Göynüklü Uzun Selâhaddîn, Yazıcızâde Muhammed ve Ahmed Bîcân kardeşler, İnce Bedreddîn, Hızır Dede, Akbıyık Sultan, Muhammed Üftâde hazretleri bunlardandır. Birisi de, dâmâdı Eşrefoğlu Rûmî (Abdullah Efendi)dir.

Türbelerin kapatılma kararı çıktıktan sonra, her yere olduğu gibi Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin türbesine de kilit vurulmuştu. Fakat sabahleyin türbenin önünden geçenler kilidi kırılmış, kapıyı da ardına kadar açık gördüler. Olayın birkaç defâ tekerrür etmesi üzerine ilgililerden biri;

"Böyle şey olmaz, bu kapıyı elbette bir açan var." demiş.

Sonra bunun için iki polis vazifelendirmiş ve;

"Sabaha kadar bekleyin, gözetleyin. Şu kapıyı kim açıyorsa, hemen yakalayın." iye de emir vermişti.

Polisler raldıkları bu emir gereğince, hazret-i Şeyh'in türbesi önünde sabah ezânı okununcaya kadar beklemişler. Sabah vakti âniden kilidin çıkardığı "Çat" sesi ile irkilmişler. İşte o zaman açılan kapıdan Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin tebessüm ederek kendilerine baktığını görmüşler. Türbebyi bekleyen polislerden biri şaşkınlıktan düşüp bayılırken, diğerinin dili tutulmuş. Bu olaydan sonra bir daha hiç kimse kapıda nöbet tutmaya cesâret edememiştir.

Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Edirne'den ayrılırken kendisinden nasihat isteyen Sultan Murâd Hana şöyle dedi:
 

  • Tebean içinde herkesin yerini tanı, ileri gelenlere ikrâmda bulun.
  • İlim sâhiplerine hürmet et.
  • Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster.
  • Halka yaklaş fâsıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk.
  • Hiç kimseyi küçümseme ve hafife alma.
  • İnsanlığında kusûr etme,
  • Sırrını hiç kimseye açma,
  • İyice yakınlık peydâ etmedikçe, kimsenin arkadaşlığına güvenme.
  • Cimri ve alçak insanlarla ahbablık kurma.
  • Kötü olduğunu bildiğin hiçbir şeye ülfet etme.
  • Seninle başkaları arasında bir toplantı akdedilir veya insanlarla aranızda bâzı meseleler görüşülürse, yâhut onlar bu meselelerde senin bildiğin hilafını iddiâ ederlerse, onlara hemen muhâlefet etme. Sana bir şey sorulursa, ona herkesin bildiği şekilde cevap ver. Sonra bu meselede şu veya bu şekilde görüş ve delillerin de bulunduğunu söyle. Senin bu türlü açıklamalarını dinleyen halk, hem senin değerini, hem de başka türlü düşünenlerin değerini tanımış olur. Sana bu görüş kimindir? diye sorarlarsa, fakîhlerin bir kısmınındır, de. Onlar, verdiği cevâbı benimserler ve onu sürekli olarak yaparlarsa, senin kadrini daha iyi bilir ve mevkiine daha çok hürmet ederler.
  • Seni ziyârete gelenlere ilimden bir şey öğret, böylece faydalansınlar. Herkes, öğrettiğin şeyi belleyip tatbik etsin. Onlara umûmî şeyleri öğret, ince meseleleri açma. Onlara güven ver, ahbablık kur. Zîrâ dostluk, ilme devâmı sağlar. Bâzan da onlara yemek ikrâm et. İhtiyaçlarını temin et. Onların değer ve îtibârlarını iyi tanı ve kusurlarını görme.
  • Halka yumuşak muâmele et, müsâmaha göster.
  • Hiçbir kimesye karşı bıkkınlık gösterme, onlardan biri imişsin gibi davran."

Bir başka anlatımla; Hacı Bayram Veli, uzmanların belirttiklerine göre, halkçı yönü ağır basan, "Bayramiyye Tarikatı"nın kurucusu, gizemci bir halk ozanıdır.
1352'de Ankara'nın Çubuk suyu kıyısında Solfasol (söylentiye göre Zü'lfazl'dan bozma) köyünde doğmuş, 1429 yılında Ankara'da ölmüştür.

Adını taşıyan camiin kıble yönüne gömülmüştür.

Hacı Bayram Velı, Koyunluca Ahmet adında bir köylünün çocuğudur ama "medrese" eğitimi görmüştür. İyi, sağlam bir eğitim gördüğü konusunda uzmanlar birleşiyorlar. Eğitimini bitirdikten sonra bir süre öğretim üyeliği (müderrislik) yapmıştır. Sonrada ilgisini çeken gizemciliğe yönelmiştir. Böylece  öğretim üyeliğini bırakmıştır.
Hacı Bayram Veli'nin öğretim üyeliğini bırakarak gizemciliğe yönelmesi de şöyle anlatılıyor:
Hacı Bayram Veli Ankara'da "Kara Medrese"de öğretim üyeliği yaparken Ebu Hamid'in (Hamidi Veli, Somuncu Baba ya da Şeyh Hamideddin) ününü duymuş, gördüğü bir düşün de etkisinde kalarak, Konya'nın Aksaray'ına yerleşmiş olan Hamidi Veli'yle görüşmek üzere öğretim üyeliğini bırakmış, şeyhin buyruğuna girmiştir. Şeyhi ile birlikte Şam'ı Hicaz'ı dolaştığı, ona çok bağlandığı, sevdiği şeyhinin ölümü üzerine de Ankara'ya döndüğü anlaşılıyor. Ankara'ya dönüşünde, "tarikatçılara göre", Halvetiye ile Nakşibendiyye'nin birleşmesinden oluşan "Bayramiyye Tarikatı"nı kurmuş.
Hacı Bayram Veli'nin kurduğu tarikatın kısa sürede yaygınlaştığı anlaşılıyor.Bu konuların en yetkili uzmanlarından sayılan Abdülbaki Gölpınarlı'nın  yaptığı şu açıklama, Hacı Bayram Veli’nin halkçı yönünü vurguladığı gibi, kurduğu tarikatın kısa sürede yaygınlaşmasının da bir bakıma gerekçesi sayılabilir:

"Hacı Bayram, çiftçilikle uğraşır; ekini dervişleriyle eker, biçer, devşirir; elde edileni ihvanına dağıtır, tekkesine de ihtiyaç miktarınca bir şey alırdı. Tekkesinde çamaşır bile imeceyle yıkanırdı."

Bayramiyye Tarikatının kısa sürede yaygınlaşması ve kimi değişik etkenler yüzünden, o sırada padişah olan 2. Sultan Murat'ı iyice kuşkulandırmış, iktidara karşı bir ayaklanma düzenlenmesi olasılığı üzerinde durulduğu için de "zincirlere vurularak" Edirne'ye götürülen Hacı Bayram Veli ile görüşen Padişah, içine düştüğü kuşkudan kurtulmuş, kendisini ağırlamış, yeniden Ankara'ya göndermiş, "müritlerinden vergi alınmamasını da ferman" etmiş.
İlginç bir yaşamı olduğu anlaşılan Hacı Bayram Veli'nin bugüne kalabilen aruzla yazılmış iki, hece ölçülü üç şiiri var. Bir de onun olduğu söylenilen Türkçe bir mektubu varmış. Bugüne gelebilen bu az sayıdaki ürünlerinin çok üzerinde şiirleri olduğuna kesin gözüyle bakılabilir. Bunlardan yoksun kalınmasını, bir yitik olarak değerlendirmek gerekir.

N'OLDU BU GÖNLÜM N'OLDU BU GÖNLÜM

N'oldu bu gönlüm n'oldu bu gönlüm
Derd-u gam ile doldu bu gönlüm
Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm
Yanmada derman buldu bu gönlüm

Yan ey gönül yan yan ey gönül yan
Yanmadan oldu derdine derman
Pervane gibi pervane gibi
Şem'ine aşkın yandı bu gönlüm

Gerçi ki kandı gerçeğe yandı
Rengine aşkın cümle boyandı
Kendide buldu kendide buldu
Matlabını hoş buldu gönlüm

Sevad-ı a'zam sevad-ı a'zam
Belki oluptur Arş-ı muazzam
Matlab-ı canan matlab-ı canan
Olsa acep mi şimdi bu gönlüm

Seyr-i billahtır seyr-i billahtır
Lı maallahtır fena fillahtır
Ayinesinde ayinesinde
Gird-i sivayı buldu bu gönlüm

El fakru fahrı el fakru fahrı
Demedi mi ol alemler fahri
Fahrini fakrin fahrini fakrin
Mahv-u fenada buldu bu gönlüm

Bayramı imdi Bayramı imdi
Bayram edersin yar ile şimdi
Hamd-ü senalar hamd-ü senalar
Yar ile bayram kıldı bu gönlüm

Hacı Bayram Veli'nin bu şiirini Abdülbaki Gölpınarlı derlemesinden aldık. Aynı şiir, Pertev Naili Boratav, Halil Vedat Fıratlı'nın düzenlediği "İzahlı Halk Şiiri Antolojisi, Maarif Vekaleti Türk Edebiyatı Antolojileri, 4, 1943" kitabında, 4., 5., 6., dörtlükler yoktur. Aynı olan dörtlüklerde de bazı
sözcüklerde okuma ayrımları vardır.

BİLMEK İSTERSEN SENİ

Bilmek istersen seni
Can içre ara canı
Geç canından bul anı
Sen seni bil sen seni

Kim bildi ef'alini
Ol bildi sıfatını
Anda gördü zatını
Sen seni bil sen seni

Görünen sıfatındır
Anı gören zatındır
Gayri ne hacetindir
Sen seni bil sen seni

Kim ki hayrete vardı
Nura müstağrak oldu
Tevhid-i zatı buldu
Sen seni bil sen seni

Bayram sözünü bildi
Bileni anda buldu
Bulan ol kendi oldu
Sen seni bil sen seni

HİÇ KİMSE ÇEKEBİLMEZ
 
Hiç kimse çekebilmez
Güçtür feleğin yayı
Derdine gönül verme
Bir götürür vayi

Oynayu gelir aldar
Çünkü eli çabuktur
Bir bunculayın fitne
Kande bulur arayı

Bir fani vefasızdır
Kavline inanma hiç
Gah bayı eder yoksul
Gah yoksul eder bayı

Hayran kamu alimler
Bu mani'nin alında
Kaf'tan kaf'a hükmeder
Bilmez bu muammayı

Vahittir o vahdette
Kesrette kani tefrik
Hızr ermedi bu sırra
Bildirmedi Musa'yı

Miskin Hacı Bayram sen
Dünyaya gönül verme
Bir ulu imarettir
Alma başa sevdayı

DİL-İ BİÇARE

ANLAT DİL-İ BİÇARE'DEN, 
SUN DA İÇSİN YAR ELİNDEN
YANİ HEP BİLİNEN,
ŞEYLERDEN OLSUN
SEN SÖYLE DEDE'NİN
"ZÜLFÜNDEDİR BAHT-I SİYAHIM" BESTESİNİ

MEVLANA'DAN

Hergün bir yerden göçmek, ne iyi,
Hergün bir yere konmak, ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş,
Dünle beraber gitti. Cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi Yeni şeyler söylemek lazım...

NOKTA-I ESRAR

Kur’an’a İncil’e Zebur’a Tevrat’a
İman eden etmiş vahdet-i zata
Biri nefye memur biri ispata
“Lâ, illâ” da, “illâ, lâ” da olamaz
Seyrani